Hayatta her zaman utanmam gereken şeylere karşı patavatsızlık gösterip, utanacak bir şey olmayan her durumda da utanmışımdır. Mesela ilkokulda yamulan gözlüğümü düzeltmeye çalışırken ortadan ikiye kırmıştım, sonra onu bantlayıp yeni bir gözlük alana kadar günlerce öyle gezmekten, hatta tahtaya o gözlükle çıkıp şiir okumaktan ölesiye utanmıştım. Bunda utanacak bir şey yoktu, alt tarafı başka çarem yoktu o kadar. Ancak diğer çocuklarla okulun en üst katındaki camlardan sarkıp en uzağa kim tükürür yarışına girerken yanlışlıkla okul müdürünün keline tükürmüş olmak beni hâlâ güldürürdü. Müdür kimin yaptığını bulamayınca hepimizin kulağını bir güzel çekmişti, ama ben hâlâ o bir damla tükürüğün nasıl da 'şlap' diye yaşlı başlı adamın dazlak kafasına yapıştığını düşünüp kulağım çekilirken bile kıs kıs gülüyordum.
Gerçekten insan altısında ne ise, muhtemelen yirmi altısında da o idi. Maalesef atasözünü böyle uydurmak zorundaydım çünkü henüz yetmiş yaşımı görmemiştim. Görünce doğruluğunu teyit ederdim ancak şu anda durum böyleydi. Küçükken Edith'le beraber yan komşumuzu ziyarete gittiğimizde üst kattaki daireden epey ateşli sesler geldiğini duymuştum bir keresinde. O gün kulaklarına kadar kızaran Edith ve yan komşumuz o sesleri örtbas edebilmek için çok yüksek sesle muhabbet etmeye çalışırlarken nasıl kulak kabartıp o seslere odaklanmaktan utanmadıysam; bugün de ne gizli gizli yalnız bir çellistin evine gidip onun gece pratiklerini dinlemekten, ne de sabah karşılaşınca hiçbir şey yapmamışım gibi muhabbet kurmaya devam etmekten zerre miskal utanmam yoktu.
Bu yüzden birkaç ay boyunca birçok gece Yoongi'nin ve Marceline'in beraberliğini biraz daha fazla dinlemiş olmak için o eve gittim. Evet, yolda takır tukur ses çıkarmasın diye bir çift ayakkabımın topuğunu baltayla kesmekten de utanmadım. Evet, yanımda bir defter götürüp Yoongi'nin yarıda bıraktığı besteleri kafama göre devam ettirmekten de utanmadım. Kötü bir şey yapıyordum, ama kötü bir niyetim yoktu. Yoongi müzikle uğraşmayı kestiği anda kalkıp evime gidiyordum, hepsi bu kadar. Nasıl olsa yakalanmayacaktım. Nasıl olsa bunu kimse bilmeyecekti, ve defterimi de hiç kimse görmeyecekti.
O defter benim günlüğüm gibiydi çünkü. Günlük tutmanın farklı bir türüydü bu da. Klasik bir günlük kelimelerle tutulurdu ancak ben günlüğümde Yoongi'nin üzerinde çalışırken 'Bugünlük bu kadar yeter.' dediği bestelerin devamını getiren bir dizi nota barındırıyordum. Biliyordum, asla bunu yapmaya, onu tamamlamaya layık biri değildim. Ama yine de Yoongi adeta bir resme başlıyordu, astar atıyordu, figürler karalıyordu, sonra kalkıp ışıkları kapatıyor ve yatmaya gidiyordu. En heyecanlı yerinde kesiyordu müziği, ben de hayal ediyordum bu resmin nasıl biteceğini. Genelde kahverengi, yeşil ve sarı renkli müzikler yapıyordu. Yaptığı müzikleri renklerine ayırmıştım. Eğer bana kırsalı ve çayırları, ya da Amish'leri hatırlatan müzikler ise yerden yeşil bir ot koparıp o müziği yazdığım sayfa arasına bırakıyordum. Eğer yaptığı müziği dinlerken içime bir kasvet doluyor ve ağlamamak için kendimi zor tutuyorsam, yerden kuru, sararmış bir ot koparıp defterin arasına koyuyordum. Ve eğer dinlerken ne hissettiğimi adlandıramadığım bir müzik yapıyorsa, o müziğin olduğu sayfanın arasına da biraz kuru toprak serpiştiriyordum. Evet, görünürde ot çöp dolu bir defter gibi görünse de benim günlüğümdü, ve çok kıymetliydi. Her gün eve döndüğümde kendi çellomu alıp o defterden bir şeyler çalıyor, sonra onu yastığımın altına koyup huzur içinde uyuyordum.
Sanırım yanlışlıkla bir kutsal kitabı baştan yazmıştım.
O defteri Yoongi'yle paylaşmak gibi bir niyetim hiç olmamıştı, belki de paylaşsam bestelerinin birini bu kadar etkiliyor olduğunu görmek hoşuna gidebilirdi. Ancak dediğim gibi, ben onu tamamlamaya layık biri değildim, muhtemelen onun bestelerinin devamında benimkilerin gelmesi kocaman, kült bir senfoni dinledikten sonra okullarda çocuklara öğretilen şarkıları dinlemek gibi olurdu. Hem zaten o defteri Yoongi'ye göstermem, geceleri gizlice onu dinlemeye geldiğimi açık ederdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marceline " namgi
Fanfiction"What do you do, when you and him are together?" "We play cellos. We speak of music, and the beauty of what is feared. There is an abandoned sea shore we go. We dream of overseas, lie down, lie down, lie down and sleep. We eat together, mother natur...