XV. she(l)ter

235 16 17
                                    

Yoongi'nin evinin bahçesi. Bu bahçe hakkında biraz konuşmak isterim, o bahçeye derin bir bağ ile bağlıydım. Sanki dünya içinde daha küçük bir dünyaydı. İzole ve cennetsi bir dünya. Cennetle ilişkilendirilmesinin de bir sebebi belki de paradise denen sözcüğün kökenindendi. Farsça pardez kelimesinden köken alıyordu ve pardez de 'dışarıya kapalı yer' anlamına gelen bir kelimeydi. İzole. Kapalı. İçi güzel kokular ve renklerle dolu, huzurlu, ne çok sıcak, ne çok soğuk, insana iyi hissettiren bir alandan söz ediyorsak eğer, cennet bir bahçeye benziyordu. Ya da şöyle demek doğru olur, bahçeler dünya üzerindeki cennetlerdi. "Bahçe dünyanın en küçük parçasıdır ve aynı zamanda tüm dünyadır." der Foucault. Öyleyse tüm dünyanın bir bahçe, bahçeninse cennet oluşu bana öldükten sonra eğer iyi bir insan olursak gideceğimiz yerin Yoongi'nin evinin bahçesinden farksız olduğunu düşündürürdü.

Yoongi'nin bu bahçeyle ilgilenişi, onu yoktan var edişi hakkında düşünüyordum. Bu tek taraflı bir yaratılış değildi. Burada verimli bir alan vardı. Yoongi'nin elinde de kimi malzemeler. Buradaki canlıları ve yeşilliği çoğalttı, topraktaki yabaniliği ıslah etti, ve tüm bunları yaparken kendisinin de ıslah olduğunun farkında değildi. Bahçe de onu yaratıvermişti. Aynı şekilde bir müddet sonra ona katılan beni de yaratmıştı. Buradayken zihnim açılıyordu, düşünmeye mecbur ve düşünmekten memnundum. Burada üretkendim. Potansiyelimizi ortaya çıkarıyordu burada bulunmak. Bahçenin dünya olduğunu söyleyen Foucault'a yeniden dönmek zorundayım. Eğer ben bu bahçe tarafından yaratıldıysam, o zaman dünya tarafından yaratılmışım demekti aynı zamanda. Dilimiz ise dünya için kadın olarak bahsederdi. Yoongi'nin "Sen kadın bir yazarın yazdığı erkek bir karakter gibi iyi ve hoşsun." deyişini düşünüyordum. Anlamıştım ki bu kadın, Doğa Ana olsa gerekti. Yoongi'nin bahçesine duyduğum bağlılık ve yüklediğim anlam buradan doğuyordu.

Bu bahçe tüm bu tanımlamaların, benzetmelerin, bağdaştırmaların dışında benim için bir belleğe de benziyordu. Hayal ettiklerimiz, rüyalarımız, ve gerçekten yaşadığımız şeylerin hepsi aynı beyinde depolanıyordu. Bu her zaman beni büyülerdi çünkü beyin nereden biliyordu hangilerinin yaşandığını ve hangilerinin de hayal olduğunu? Yoongi'nin bahçesindeki büyük, rahat sandalyelerde oturup yüzlerce konu hakkında konuşurken ya da çello çalarken bahçenin yeşil derinliğine bakıp daldığım olurdu. Bu bahçede sayamayacağım kadar krizantem tomurcuğuna ebeveynlik etmiştik, birçok kuşun çağrımıza yanıt vermesiyle onurlandırılmıştık, onlarca ikindimiz insan boyunda bahçe duvarları ve sarmaşıklar tarafından gizlenip birlikte dans ederek geçmişti. Bahçe bunları hatırlıyordu. Burada beraber kurduğumuz hayalleri de hatırlıyordu. Kelime oyunlarını da. Üzerinde tartıştığımız notalar ve henüz çalınmamış besteleri de. Soyut olan her şeyimizi hatırlıyordu. Fiiller ve düşünceler aynı bahçe içinde izoleydi, ve sanki bu fanustan dışarı çıkmıyorlardı. Bu yüzden burayı bir belleğe benzetiyordum.

"Fa." "Ne 'fa'?" "Haydi, her zaman oynadığımızdan, Namjoon." Her zaman oynadığımız, onun söylediği kelimenin son harfiyle başlayan bir kelime bulma oyunu "Ah, bekle... Ardışık." "Kırlangıç." "Çamur." Yoongi burada kahkaha atardı "Çamur mu? Başka kelime bul, bu biraz çirkinmiş." "Çirkin değil! Çamurdan her şey yapılır!" "Peki, peki, Namjoon. Seninle hiç inatlaşmayacağım. Rutubet." "Tren." "Nevruz." "Zambak." "Kılıç balığı." Birkaç saniye durup birbirimize bakardık "Sen de hissettin mi, Yoongi?" "Sanırım bir şey hissettim, sen neyden söz ediyorsun?" "Sanki daha önce yaşamıştık bunu gibi hissettim. Zambak, kılıç balığı..." Başıyla onaylardı o zaman gülümseyerek "Bana da öyle geldi. Başka bir oyunda söylemiş ve unutmuşuzdur belki." Sonra başını omzuma yaslardı ve hiç anlamadığım İskandinav ninnilerinden mırıldanmaya başlardı. Annesinin söylediklerinden. Tercihen Vi Har Ei Tulle.

Marceline " namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin