II. o duygu hâlâ orada olurdu.

270 41 61
                                    

Taehyung ve annesi eve döndüler.

Sofra toplandı. Tabaklar yıkandı.

Chet Edith'i öptü yanağından. Bana iyi akşamlar diledi. Uykusu gelmişti. Odasına gitti, gerine gerine. Karnı doymuştu. Venüs'ün memelerini düşünüyordu.

Holde öylece dikiliyordum. Mutfaktan Edith'in altında tabakları ve çatalları yıkadığı suyun sesini duyuyordum.

Akan suyun sesine kendi nefes sesim karışıyordu. Kulaklarım bedenimin içindeki sesi duyuyordu. İçeriye. Dışarıya. Daha mutlu. Daha titrek. Daha canlı. Yoongi'nin yerine de canlı.

Edith musluğu kapattı sonra. Ellerini etekliğine silerken hole bir korkuluk gibi öylece saplanıp kalmış olan benim yanıma geldi. Durdu karşımda. Kendi tırnak diplerimi yoluyordum. İleri, ya da geri gidemiyordum. Ne sağa ne de sola. Yukarı, ya da aşağı. Hiçbir yere.

Sessiz kaldık. Duvardaki tablolar, yerdeki halı yahut çevrede bulunan her şey boyutlarından oluyordu adeta. Ağlayacak mısın? Gülecek misin? Ne yapacaksın? Şimdi ne yapacaksın? Edith dalgın gözlerimin odağını yakaladı, ellerini yanaklarıma koydu. Dudaklarına baktım, çizgi çizgi, yaşlandıkça kuruyan, kuru begonya rengi. Aralandılar. Meltemde usul usul sallanan iki yaprak gibi kıpırdamaya başladılar "Mutlu değil misin, Namjoon? Ne yapıyorsun burada, git evine artık." Başımla onayladım, onu duymuyordum oysaki. "Evine git. Ondan haber alacaksın yarın. Yarını bekle." Gülümsedi. Ben de gülümsedim, bilincime bağlı kalmaksızın. Bana ne olursa olsun, gülümseyen birine gülümseyerek karşılık verileceğini öğretmişlerdi henüz yetişkinlerden korktuğum yaşlarda. Alışkanlık.

Edith arkamdan bakarken evden çıkana kadar gülümsemeye devam ettim.

Merdivenlerden indim. Tökezledim. Düşmedim. Sokağa adımımı atıp herhangi bir yöne saptığımda Edith arkamdan seslendi "Namjoon! Senin evin o tarafta değil ki!" Çok cevabım vardı, çok şey vardı zihnimde ve birçok yüz, birçok sokak, birçok isim, birçok ev. Hepsini saymaya dilimin hızı yetişemedi. Edith'e hiçbir şey söylemedim. Birçok sokak, birçok isim, birçok yüz, birçok ev.

Bir isim. Bir yüz. Bir sokak. Bir ev. Yolunu bilmediğim bir ev. İçinde birinin yaşadığı.

"Ah, yaşıyor o evde!" Nerede o ev! O nerede?!

Yürümeye devam ederken avuçlarımın içi ıslandı. Gözlüğümün camları da öyle. Elinde bir yay var, benim söküğümü dikecek onunla.

Yürümeye devam ettim. Sokaklar karanlıktı. Ademoğlu dünyanın gecesini kirletememişti, evlerin silüetlerinin hepsi benim oldu. Yukarıdaki çil gibi yıldızlar ve uğuldayan kavaklar da öyle. İçinde bütün canlılığı ve cansızlığıyla bütün bir dünya benim oldu. O sanki bu perdelerin arkasında bir yerde kısa kirpikli, süzgün bir gözdü; bana bakıyordu, sanki ensemdeydi, sanki yakama ilikli bir düğme, sanki tüylerimi ürpertiyordu. Karşıma çıksın istiyordum. Onu arıyordum.

Adımlarım hızlandı, gözümün önünü göremiyordum buğulardan. Her duygu en önce göze vururdu. Kör bile olsanız göze vururdu. Kırışık kaz ayakları halinde, ya da kapalı gözler, ya da ıslak kirpikler. Göz pınarlarıma dolan yaşlar yataklarına sığmadılar ve yüzümden aşağı adı 'kim bilir ne' olan gideğenlere dökülürken yarattıkları sel içimdeki bütün acıyı öldürdü.

Sadece hayatta olduğunu görsem, biri anlatsa ve ben gözümde canlandırsam yeterdi. Sonrası doyumsuzluk, kulağımla sesini duyayım isteyecektim, müziğini duyayım isteyecektim. Çünkü unutkanlık yoksunluğu böyle bir şeydi. Her daim kaldığınız yerden devam etme hissi. Ayaklarınızın altındaki yer sarsılmış, dünya gerçekten de bir öküzün boynuzlarında bir top samanmış gibi bir histi bu, sanıyordunuz ki siz yerinizde saydınız ve dünya yanınızdan geçip gitti. Oysa sarsılan şey siz, belleğiniz ve kimliğinizden başka hiçbir şey değildi. Gece göğü başımın üstünde sarsıldı o gece de. Sürüp giden, zamanla alıştığım hayatım sağımda solumda yıkılırken çırılçıplak kalan anılarımın mahremini karanlık bile örtemedi, önüme çıkan bütün sokaklarda Yoongi'ye yahut müziğine benzer bir şey aradım.

Marceline " namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin