XXI. yıllarca gitsin böyle.

156 14 0
                                    

Mart ayının çok dengeli bir dengesizliği vardır, asırlardan beridir kendini muhafaza etmiş bu dengesizlik daima her sene aynı zamanlarda kendini hissettirir ve aynı zamanlarda takvimi terk eder. Ben üşüyen bir insan olarak, bu dengesizliği iliklerime kadar hissederdim. Burnum ve ellerim bütün bir İskoçya kışını sağlam atlatmışken nedense mart ayı geldiği zaman yolda yürürken farkında olmadan bir parmağım soğuktan düşecekmiş gibi gelirdi bana. Niçin mart ayını kışa dahil etmeyiz bilmiyordum, haziran ayı da daha çok bahara benzer. Aralık daha sonbahardır ve eylül ayı yeterince sonbahar değildir. Mevsimlerin ayları birer ay geriye kaysa meteoroloji uzmanlarının işleri kolaylaşır diye düşünüyordum her zaman. Çünkü her zaman olduğu gibi o mart ayında da bahara girmişiz gibi hissetmiyordum. Çoktan bu dengesizliğe ayak uyduramayıp nezle olmuştum bile.

Nezle dediğimiz şeyin iyileşme süresi için babamın bir sözü vardı ben küçükken: "Şurupla bir haftada, kendi kendine yedi günde."

Her nezle olduğumda bunu hatırlar ve babamı özlediğimi hissederdim. Küçükkenki duyarsızlığım ve çocukluğumun verdiği o şımarık karakterden büyüyemeden babamı kaybettiğim için ona yeterince saygı gösterememiştim. Sadece bu yüzden bile ölümden sonrasına inanıyor olabilirdim, çünkü şimdi onun için duyduğum minneti ve sevgiyi bir şekilde gördüğünü ve hissettiğini düşünmek istiyordum. Eğer ölümden sonrası diye bir şey yoksa, babam sonsuza kadar yok olmuştu ve benim bu minneti koyacağım bir yer kalmamıştı; babama duyduğum özlem, sevgi ve saygı uzayda kayboluyordu. Bu beni korkutuyordu, eğer böyleyse yıkılacağımı biliyordum, bu yıkımın ölçüsünü kestiremediğim için tam tersine körü körüne inanmaya çalışıyordum: "Babam benim göremeyeceğim bir yerlerde, beni görüyor. Onu ne kadar sevdiğimden ve özlediğimden haberi var."

Ancak Yoongi bu fikirde değildi. "Ölmüş birilerinin ruhunun hâlâ var olması ihtimali, olmaması ihtimaline eşit. Çünkü birini diğerinden daha mümkün kılan bir delile ya da bilgiye sahip değiliz. İkisi için de kendini hazırlaman gerekir." Boy aynasının önünde durup kendi yansımasını keşfeden Carmen'i izliyordu "Schrödinger'in kedisini düşün. Bizim düşündüğümüz durumda kedi, ölmüş kimseler. Kutu da ölümden sonrası. Eğer kutuyu açıp bakmazsak, kedinin sağ ya da ölü olma ihtimali eşittir. Eğer ölüp orada ne var diye bakmazsak, orada hiçbir şey olmaması ve bir şeyler olması ihtimali de eşittir." Bana döndü "Babanın biyolojik olarak ölüp ruhen var olmaya devam ettiği bir senaryoda, böyle birisin. Eğer diğer ihtimal olsaydı, baban öldüğü gün yok olmuş olsaydı, o zaman nasıl bir Namjoon olurdun?" "Bunun üzerinde düşünmedim, ama çok da iyi bir Namjoon olmazdım." "Onun seni görüyor olması fikri seni iyi biri mi yapıyor?" "Bilmiyorum. Sanırım onların ölmüş olmasına rağmen hâlâ bir aileye mensup olma hissi beni saflaştıran şey. Öteki türlü insana dair her şey geçici olurdu. Bu da beni umutsuz ve umursamazlaştırırdı." "Bu şekilde de dünya üzerinde kalıcı değiliz ki." "Dünya üzerinde değiliz. Ama tasvir edemediğim o düzlemde çok kalıcıyız. Ben bugün senin kalbini kırıp yarın ölürsem sana verdiğim o kırgınlık canlılığını korur ve hiç eskimez. Bugün seni mutlu edip yarın ölürsem de aynı durum geçerli. Biyolojik olarak geçiciyim. Ama ben geçici değilim, o tasvir edilemez düzleme aidim ve orada kalıcıyım. Ölen kişilerin de belleklerindeki karman çorman imgeler ve seslerle beraber hiçbir şeyi unutmadan o düzleme döndüklerini düşünüyorum. Biz o boyuta ait olup bu boyutta doğmuş insanlar olarak kafası çok karışık canlılarız, bu yüzden anlamlandırmakta zorlanıyoruz. Ölünce her şey daha berrak hale gelecek." Güldüm "Eğer işler böyle gelişmiyorsa, gerçekten yok oluyorsak, seni sadece evde öpmekle kalmazdım. Bunu sokağa ve her yere taşırdım. Biri sonunda ahlaksızlığımı sebep görüp beni tutuklayana kadar da bunu yapmaya devam ederdim. Çünkü ne de olsa ölecek olurduk ve öldükten sonra yok olacağımız için hissetmek diye bir şey de kalmazdı. O yüzden hiçbir şeyden fedakarlık etmezdim ve hissedebildiğim kadar çok hissetmeye çalışırdım seninle alakalı her şeyi." O da güldü söylediklerime "Umarım biri çıkar da ölünce bir avuç molekülden başka hiçbir şeye dönüşmediğimizi, kendimizi bir bok zannettiğimiz için sonsuza kadar devineceğimizi sandığımızı söyler. Sen de 'İyi o zaman, sikerler.' deyip yaparsın bu dediklerini."

Marceline " namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin