"Hangi deliğe girmiştin Allah'ın cezası?! Dün geceden beridir seni arıyorum, dükkanı da açmamışsın öğlene kadar. Aklım çıktı sana bir şey oldu diye! Neredeydin?!"
Edith'in feryat figan dükkana girdiği saatlerde, dalgın dalgın keman vernikliyordum. Yanlışlıkla alarma uyanamayıp Yoongi'yle beraber tam sekiz saat mışıl mışıl uyuduktan sonra gerinerek uyandığımda uzanıp komodinin üzerinden gözlüğümü almış ve duvardaki saate bakmıştım oyalanarak. Öğleden sonra üç olduğunu görünce aklım başıma geldi. Sorumluluklarımı filan hatırladım. Sanki on yıldır dükkanıma gitmiyormuşum gibi dağıtmıştı kafamı Yoongi'yle gözümüzü kırpmadan geçirdiğimiz gece ve sonrasında yattığımız uyku. Onu uyandırmadan kalkıp gitmeye yeltenmiştim, çünkü çok derin uyuyordu. Yumuk yumuk gözleri birbirine zamklanmış gibi kapalılardı, ara sıra gözleri hareket ediyordu, belli ki rüya görüyordu. Uyandırmak istemedim. Güzel uyuyordu. Biraz izledim sadece.
Onun yanında uyanmış olmaktan ötürü içimde gezinen ve midemi gıdıklayan bir hoşluk vardı. Demek ki olabiliyordu. Demek ki yeterince bekleyince, olabiliyordu. Yeterince bekleyince, kabul edilebiliyor, görülebiliyor, kucaklanabiliyordunuz. Belki de yıllardır bu kadar deliksiz, uzun ve derin bir uyku uyumamış olan Yoongi'yi birkaç saniye için izlediğimde aklımdan bunlar geçiyordu.
Yorganı ağır ağır üzerimden kaldırdım, kaplumbağa gibi ağır hareketlerle çıktım yataktan çünkü geç kalmış ve kalmaya devam ediyor olsam bile ses çıkarıp Yoongi'yi uyandırmak istemiyordum. Yatağın yanındaki sandalyenin arkalığına katlanarak asılmış giysilerimi giyerken aslında haber vermeden çıkmamın kaba olacağını da düşündüm. Doğru, gerçekten kabaca olurdu. Haber versem yeterdi, beni geçirmesine gerek yoktu, çok fazla uyanmasına da gerek yoktu. Çıkıyor olduğumu ve unutmadan, onu çok sevdiğimi söylersem yeterli olurdu.
Ceketimi koluma asıp çıkmaya hazır olunca yatağın onun olduğu tarafına geçtim, çömeldim yüzünün seviyesine inmek için. Başını okşadım, birkaç kez fısıldadım fakat uyanmadı. Öyle derin uyuyordu ki, anlamsız bir şeyler mırıldandı sadece. Biraz daha büyük harflerle seslenmek zorunda kaldım üzülerek; gözlerini kırpıştırarak, uyandığını anlamayarak uyandı. Elimde olmadan bütün mimiklerini dikkatle izliyordum, insanın bir dış hali bir de ev hali vardı ve Yoongi'nin ev hali dışarıdakinden oldukça farklı ve çocuksuydu aslında. "Ne oldu?" diye sordu, kime sorduğunun bile farkında değildi çünkü daha uyanamamıştı. Yüzünün yanında, yastığının üzerinde duran elinin sırtını okşadım "Bir şey olmadı, uyandın." Kaşları çatıldı, doğru ya, uyuyordu değil mi? Gülümsedi burnunu kırıştırıp "Keşke uyanmasaydım. Çok güzel uyuyordum." "Özür dilerim uyandırdığım için... Ama haber vermeden gitsem olmazdı." Gözlerini kısıp beni süzdü, giyindiğimi gördü "Ne gitmesi? Gidiyor musun?" Başımla onayladım mutsuz şekilde gülümseyerek. Hayal kırıklığına uğramış, henüz açılmamış sesiyle "Gitmesen?" diye mırıldandı. O sırada işe gitmekten iliklerime kadar nefret ettim, Kuzgun affetsin. Yani... Okul çağımda olmak isterdim. Okul çağımda olsam okulu asmak diye bir şey olurdu, ben de gitmezdim, bütün gün yataktan çıkmazdık. Ama işi asmak diye bir şey yoktu. İşi asarsan para yoktu, para yoksa hiçbir şey yoktu. "Gitmek zorundayım Yoongi, saat kaç biliyor musun?" "En fazla sekizdir." Sırıttım başımı sallayarak "Çok beklersin." Kıkırdadı "Kaç?" "Öğleden sonra üç." Gözlerini büyüttü şaşkınca gülerek "Nee?! Sızınca bile bu kadar fütursuz uyumazdım ben." Güldük ikimiz de. Çömelmekten dizlerim acımaya başlamıştı, yavaştan kalkmaya davrandım. O da doğrulmaya yeltendi "Seni geçiririm." diyerek. "Sakın ha." deyip kalkmasına izin vermedim "Sen uyu tekrar, ne güzel uyuyordun, bölme daha fazla. Ben giderim." Yine de doğruldu gözünü ovuşturarak "Olsun, akşam işimiz var, unuttun mu? Bir daha uyursam uyanamam, gidemeyiz bir yere." Yanağını okşadım "Bugün gitmek zorunda mıyız? Sen yorgun görünüyorsun, sonra gidebileceksek sonra gidelim?" Yanağındaki elimi tutarken başını salladı onaylayarak "Bugün gitsek iyi olur. Akşam gelip seni alırım." "Peki... Sen nasıl istersen öyle olsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marceline " namgi
Fiksi Penggemar"What do you do, when you and him are together?" "We play cellos. We speak of music, and the beauty of what is feared. There is an abandoned sea shore we go. We dream of overseas, lie down, lie down, lie down and sleep. We eat together, mother natur...