Nefes almayı hatırlamakta hiç zorlanmadım. Sevdiğiniz biri size bir şey tembihlediği zaman gözüne girebilmek için harfiyen uyma eğilimi gösterirdiniz. Bu yüzden yaptığım tek şey Yoongi'nin sözünü dinlemek ve karşıma çıkan her fırsatta nefes almaktı.
Beni sinirlendiren bir şey gördüğümde, üzen bir şey yaşadığımda, riskli bir iş yaparken ya da gerginken, her seferinde bir nefes aldım ve yatışmama yetti.
Bu esnada bazı günler öğlenleri Taehyung ve Yoongi'yi beraber çalışırken izlemeye devam etsem dahi Yoongi'yle baş başa geçirdiğim vakit paha biçilemezdi. Zaman içerisinde ondan çekinmeyi bıraktım, Yoongi almaktan çok vermeye meyilli biri olduğu için sürekli göstereceği, anlatacağı bir sürü şeyi oluyordu. Bir gün sevdiği bir bestecinin hayatından ilginç bulduğu bir olayı anlatıyordu, bir gün sahnedeyken başından geçen bir olayı, bir gün öğrencilerini anlatıyordu, bahçedeki çiçeklerini, ailesini, çocukluğunu.
Ama ısrarla girmediği konular vardı. Neler olduğunu tahmin edersiniz, annesi ve Kuzgun.
Bana güvenip güvenmediğini sorgulayıp duruyordum bu yüzden. Yani, güvenmediği için mi anlatmıyordu yoksa çekindiği için mi, bilemiyordum. Akışına bırakmaya karar vermiştim. İyi de etmiştim. Çünkü anladığım kadarıyla Yoongi zorlamaya tolerans gösterebilen biri değildi. Baskıya karşı çabuk parlayan, hevesi sönen, konfor alanının zorlanmasından hoşlanmayan biriydi. İyi bir tavsiye eğer ısrarcı bir dikteye dönerse onu dinlemeyip burnunun dikine gidip başını belaya sokma potansiyeli de yok değildi. Özgürlüğüne düşkün, çok gururlu, sevdiklerine sahip çıkarken oldukça sivri dilliydi fakat sevdiği insanlara karşı tolerans eşiği yükseliyordu. Ve eşiğin benim için yüksek olup olmadığından emin değildim. Aslını isterseniz, Yoongi beni bir dost olarak görüyor muydu, bunu bir türlü anlamıyordum.
Bu sorunun cevabını hep bulanık bırakıyordu.
Evinde beraber çello çalarken ve iki çello için olan konçertoların hepsini hatmederken bazen gözünü üzerimde hissediyordum. İzliyor, gözlemliyor ve öğreniyordu. O öyle bakınca benim elim ayağıma dolaşıyordu, karman çorman şeyler saçmalıyordum. O da halime gülüp mola verdiriyordu. Böyle zamanlarda o üzerinde uzun uzun uğraştığı canlı renklerle dolu bahçesine çıkıyor, ya da bahçeden koruluğun içine açılan kapıdan çıkıp korulukta yürürken saatlerce muhabbet ediyorduk.
Onun yanında huzurluydum. Korkmuyordum istediğim her konuyu konuşmaktan. Ben olmaktan. İnsan sanıyor ki kişiliğinizde büyük etkileri olan hoşlantı ve tutku gibi şeyleri sözcüklere döke saça, gözler önüne sere sere göstermezseniz kendinizi karşınızdakine tam olarak geçiremezsiniz. Böyle değildi oysaki, eğer doğalsa içinizdeki duygular, diyelim ki öfkeniz, diyelim ki asabiyetiniz, diyelim ki aşkınız, diyelim ki sadakatiniz veya başka birçok duygu; eğer bunlar doğalsa, ifade edilmeye ihtiyaç duymazlardı. Bunu zamanla fark etmiştim. Çünkü Yoongi'nin yanında bir şeyleri gizlemek için çırpınmak beni daha anlaşılmaz kılıyor, dikkat çekiyor, aramıza mesafe ekliyordu. Ancak yanımdaydı, baş başaydık, onunla göz göze geliyor, göz göze muhabbet ediyordum, onu dinliyordum, beraber şarkılar yapıyorduk. Müziğin büyüsü hakkında konuşuyorduk, kendi çeperlerimize sığmayan mutluluklar ve endişeler hakkında fikirler paylaşıyorduk. Daha ne istiyordum? Ne isteyebilirdim? Hiç şüpheniz olmasın ki, ben çok mutluydum.
Sanıyorum benim bu konudaki memnuniyetim ve içimdeki ferahlık bulaşıcıydı, çünkü Yoongi'yle muhabbetimiz ilerlemeye başladığından beridir onun için adeta lanetli olan mekanlarla alakalı kırılganlığını da aşmaya başlamıştı ve sık sık beni dükkanımda ziyaret ediyordu. Gelip nasıl çalıştığımı izliyordu, bazen ona da öğretmemi istiyordu. Ben keski takımımı çıkarıp bir şeyleri eşelemeye başladığımda o da takımın diğer parçalarını inceliyordu eline alıp. Her seferinde aletlerin ne kadar keskin olduklarını, bir yerini yaralayabileceğinden endişelendiğimi söyleyip duruyordum. Bir keresinde ona Kuzgun'un serçe parmağını nasıl kestiğini anlattım gözü korksun da keskilerimle oynamasın diye. Gülümsedi, keskilerden uzun uçlu olanı elinde döndürmeye devam ediyordu "Namjoon, ben üç yaşında değilim." "Kuzgun da değildi, dedem yaşındaydı. Şunu verir misin?" Elimi uzatmıştım ki keskiyi tutan elini hızla geri çekti, ısrarcıydı "Ama bana çello salyangozu yontmayı öğreteceğine söz verdin." "Tamam, sözümde duracağım zaten. Ama şimdi değil, şu işim bitsin, ondan sonra. Lütfen bana ver onu, bir şey olacak." "Olmaz bir şey, Namjoon, bakıyorum sadece." Onu rahat bırakmamama şaşırdığını görüyordum, ama benim de burada ödüm kopuyordu. İç geçirdim "Sadece bir hatana bakar, Yoongi. Kuzgun ömrünün yarısından fazlasını ağaç yontmakla geçirdi, bir kere eli titremiş, onda da parmağını uçurdu. Benim gözetimimde değilken oynama onlarla!" "Ama senin de hep titriyor ellerin!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marceline " namgi
Fanfiction"What do you do, when you and him are together?" "We play cellos. We speak of music, and the beauty of what is feared. There is an abandoned sea shore we go. We dream of overseas, lie down, lie down, lie down and sleep. We eat together, mother natur...