Umut etmenin insan üzerinde iki tür kütlesi vardı. Birincisi, insanın kendinden umutlu olduğu zaman omuzlarına yüklediğiydi. Kendinizden bir beklentiniz varsa, isterseniz bu beklentiyi arttırır ve sonunda kendi altınızda kalırdınız; ya da bu beklentiyi azaltıp kendinizi bir kuş tüyü gibi sırtınızda taşırdınız. Kontrol sizdeydi, gözünüzün önündeki filtreyi siz seçerdiniz. İnsanın kendinden umutlu olabilme ya da olamama imkanının olması, aslında en büyük bağımsızlığımızdı.
Ancak kendimize dair ümitvar olup olmama tercihinin bizde olduğu bu birinci tür kütle ne kadar en büyük bağımsızlığımız olsa da, ikinci tür kütle de o kadar büyük bir tutsaklıktı: Başkasından umutlu olmak.
Sizi yanıltacak mı, sizi ona dair umutlarınızın altında enkaz haline getirecek mi, sizi mutlu edecek mi, içinizin rahatlamasına müsaade edecek mi; bunları kontrol edemiyor ve önceden tahmin edemiyordunuz.
Taehyung benden keman isteyeli üç hafta kadar oluyordu. Çoktan bitirmiştim kemanını, güzelce paketleyip evine göndermiştim civarda bulunan çocuklardan biriyle, çocuğun cebine biraz para koyarak tabii. Taehyung'u daha müsait bir zamanda evinde ziyaret ettim sonra. Annesi komşu çocuklarına okulda taksınlar diye beyaz yakalık dikiyordu Taehyung evin kapısını açtığı sırada. Gözlüğünün üstünden kimin geldiğine bakarak bana seslendi "Namjoon, sen mi geldin?" Taehyung bu soruyu nedense mahçup edici bulmuştu "Onun geldiğini görüyorsun anne, niye bir de ona soruyorsun sen misin diye?" Annesi omuz silkti "Yüzünü seçemiyorum ki oturduğum yerden, oğlum. Uzaktasınız, görmüyorum." Uzağı görmemenin nasıl olduğunu biliyordum. Bana tuhaf bir soru gibi gelmiyordu doğal olarak. "Benim, ben geldim." dedim ona gülümsediğimi net göremediğini bildiğim halde gülümseyerek.
Taehyung beni eve aldıktan sonra çalışma odasına kadar eşlik etti. Perdeleri henüz açmamıştı, öyle görünüyordu ki bir süredir perdeleri açmaya ve güneş görmeye dair bir hevesi yoktu. Masanın üzerinde dağınık nota kağıtları ve çörek kırıntıları vardı. Yatak başlığına öylece asılı ceketi, yataktan kalkar kalkmaz bir yerlere gitmeye hazır bulunduğunu gösteriyordu, meşgul günler geçiriyor olsa gerekti. Ona yaptığım kemanı sandalyelerden birinin arkalığına yaslı şekilde görünce tanıdık bir şey görmenin rahatlığıyla Taehyung'a döndüm, üstünkörü şekilde bize oturacak yer açmaya çalışıyordu. "Denedin mi kemanını?" diye sordum. Başıyla onayladı "Denemek ne demek, onu sürekli kullanıyorum. Kullanmam gerekmeyen zamanlarda bile kullanıyorum, çok güzel tınısı. Duymak ister misin?" Üstündeki kağıtları, klasörleri kucaklayıp başka bir yere yığdığı sandalyelerden birini bana gösterdi, gösterdiği yere geçip oturdum. Ezberindeki kısa ezgilerden birini çalmaya girişti kemanın kalitesini bana duyurmak için, öyle alçakgönüllü biriydi ki iyi bir kemanist olmasının tek sebebinin kullandığı kemanların kaliteli olması olduğunu düşünüyordu. Sanki hünerli olan o değildi de ağaçlardı. İyi biliyordum, Taehyung'un mesleğine dair en sevmediği şey alkışların odağı olmaktı, Yoongi'ye tezat olarak. Bu yüzden hep tebrikleri ithaf edecek bir şey bulurdu. Ya kemanına, ya besteleri yazan Yoongi'ye, ya onu doğuran annesine, mutlaka kendisi dışında bir şeye.
Taehyung çalarken her şeyin nasıl da altüst olduğunu düşündüm. Şimdi tekrar o büyük sahneye çıkabilmek için dil döken kişi Taehyung iken, kalabalıktan kaçansa Yoongi idi.
Taehyung çalmayı bitirdiğinde yüzüme hevesle gülümseyerek baktı "Nasıl? Çok iyi kasa değil mi? Yine yapmışsın yapacağını, dörtgöz." Sırıttıp koluna vurdum hafiften "İlkokulda kaldı o laf." Dudak büzüp kemanıyla yayını yeniden masaya bıraktı "Yeni bir şey bulurum seninle dalga geçecek. Dert değil. Ee? Nasıl buldun?" Karşıma oturan Taehyung'a bakıp dizine koydum elimi "Kemanın nasıl olduğunu biliyorum, Taehyung. Onu ben yaptım zaten. Seni nasıl bulduğumu sor." Gülümsedi "Peki, beni nasıl buldun?" Keyiflendim "Dört dörtlük. Eşsiz. Pırlanta gibi." Eline geçirdiği yayla omzumu dürttü kahkaha atarak "Eeh sen de! Bildiğin bütün iyi sıfatları sırala istersen, aferin çok genişmiş kelime dağarcığın." "Beğendiğim bir şeyi övüyorum, niye dalga geçiyorsun? Tamamen objektifim, yemin ederim!" "Tamam, tamam. İnandık. Sen şimdi şunu söyle, sence Lusci ve ben yine o büyük sahneye çıkmaya uygun duruyor muyuz?" Kafam karışmıştı "Lusci kim?" Güldü "Senin kemana isim koydum, adı Lusci. Lusciniam'ın kısaltması." Ne anlama geldiğini bulmak için beynimi zorlamaya başladım, enseme vurdu bir tane "Hiç mi bir şey hatırlamıyorsun Latince derslerinden? Bülbül demek!" Nefesimi bıraktım "Çok yaratıcıymış, Taehyung." "Öyle tabii! Madem bir şeye isim koyunca o şey artık bir canlı gibi oluyor, Lusci de nefes alıp veren bir şey olsun istedim bundan sonra. O da benim bir arkadaşım olsun." "Olsun bakalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marceline " namgi
Fanfiction"What do you do, when you and him are together?" "We play cellos. We speak of music, and the beauty of what is feared. There is an abandoned sea shore we go. We dream of overseas, lie down, lie down, lie down and sleep. We eat together, mother natur...