Metronom hızlandı.
Ertesi gün Yoongi'nin beni çağırdığı zamanda orada olabilmek için dükkanımı erken kapattım. Bir anda içimdeki heyecan, mayalanmış hamur gibi yavaşça büyüyen bir hüzünle değiş tokuş etmişti kendini. Tüm bu galeyanım, elimin ayağıma dolaşması, nedendi?
Nedenini biliyordum, bu sevgi artık benim bedenimin bir parçasıydı. Benim bu dünyadaki öncelikli işim çalgı yapmak falan değildi, ben Yoongi var olduğu sürece vardım. Ancak bu sevgiden sebeple var olduğumun farkındaydım, bana heyecan veren şey buydu, sabah beni uyandıran şey biyolojik saatimse de o yataktan çıkmama sebep olan şey buydu.
Merakımın, hevesimin, devam etmeme sebep olan itici gücün kaynağı onun hayatta olduğunun ortaya çıkacağı günü beklememdi. E şimdi çıkmıştı, birkaç aydır yanımızdaydı, neredeyse her gün onu görüyordum, muhabbet ediyorduk. Arkadaş mıydık, bunu bilemiyordum ama aramız iyiydi. Bitmişti işte, o itici gücün kaynağı yok olmuştu. Yoongi artık dokuz yıl önce gözümle gördüğümü yıllardır Edith'e ispatlamaya çalıştığım biri değildi. Artık onu isteyen herkes gözüyle görebiliyordu.
Hâlâ bu heyecan, panik, ne içindi?
Diyeceksiniz ki, insanların sevdikleri kişinin yanında ellerinin buz kesmesi, soğuk soğuk terlemesi, buna rağmen ateş basması, ellerini nereye koyacağını bilememesi, kafasının doğru dürüst çalışmaması, saçma davranışlar sergilemesi çok normal. Ancak insanlar dediğiniz kişilerin bir umutları vardı, birlikte olabilme umuduydu bu, anlatabiliyor muyum? O insanlar duygularını itiraf edecekleri günü aynada prova edebiliyorlardı, arkadaşlarına anlatabiliyorlardı, aşık oldukları kişiyi etkileyebilmek için türlü muziplikler yapıyorlardı, karşılıklıydı bunların bazıları hem de! Mutlu bir heyecandı onlarınki.
Benim heyecanımın bir yere varacağı yoktu. Yoongi'ye asla söylemeyecektim, asla belli etmeyecektim, bu panik bana sadece zarar getirecek bir şeydi. Yoongi'yle en fazla arkadaş olabileceğimizi ve bu paniğin oldukça boşuna olduğunu, onun evine götürmek üzere çellomu hazırlarken fark ettim. Yoongi'nin yanında heyecanlanmanın bir alemi yoktu. Zaten biz hiçbir zaman bir araya gelmeyecektik.
Bu yüzden yanında heyecanlanmayı bırakın, yatmadan önce aklıma küçükken onu izlediğim bir konser geldiğinde, ya da Taehyung ondan bahsettiğinde, ya da Yoongi bana bir şeyler anlatıp yarın o konuda konuşmayı teklif ettiğinde ertesi gün gelene kadar o konuda bir şeyler okurken, ya da sadece onu uygunsuz şekillerde düşlerken bile dünyayı unutup bu duygulanımlardan ötürü büyülenmeye gerek yoktu.
Çellomun kılıfının içine atıvermek için bir parça reçine aramaya başladım çalışma odamın dolaplarında, geç kalıyordum, hava tamamen kararmadan önce orda olmam iyi olurdu. Biraz paniklemiştim, bir yere yetişmeye çalışırken bir şeyi arıyorsanız aradığınız yer dağınıklaşır, aradığınız oda büyür, eşyaların yeri değişir, evinizin düzenini unutursunuz. Ben de sakince çekmecelerde reçine ararken, reçineyi bulduğum çekmecenin içinde bambaşka bir şeye rastladım. Sanki ilahi bir güç benim düşüncelerimi okuyor, birden içime bastıran hüznü hissediyordu, benim görmem için o şeyi o çekmecenin içinde, reçinenin tam altında karşıma çıkarmıştı.
Bu bir bilet ve gazete parçasıydı.
39 yılına ait bir bilet. Bir de gazete kupürü, birbirlerine zımbalanmışlardı. Bilet bir Fantasia konserine aitti. Gazete kupüründe ise Fantasia'nın ne kadar umut vaat eden bir müzik grubu olduğuna dair şeyler yazıyordu; Yoongi'yi, Taehyung'u, Jeremy'yi öve öve bitiremedikleri bir yazıydı. Kupürün yanında bir tane de fotoğrafları vardı. Sahnede çekilmiş bir fotoğrafları, Taehyung yine kameraya sırıtıyor, Jeremy soğuk ve yakışıklı, Yoongi yarın gazeteye çıkacağının farkında. Çekmecenin içinde bulduğum bu anıyı birkaç dakika incelemek üzere yere oturdum, sırtımı konsola yasladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marceline " namgi
Fanfiction"What do you do, when you and him are together?" "We play cellos. We speak of music, and the beauty of what is feared. There is an abandoned sea shore we go. We dream of overseas, lie down, lie down, lie down and sleep. We eat together, mother natur...