bir varmış bir yokmuş - 6

1.7K 118 165
                                    


Mutfak. Gözyaşı. Şarkı. Acı. Hasret. Zaman. Oturma odası. Bilgisayar. Çaylar. Yan yana oturan Safiye hanım ve Bahadır bey. Bilgisayarın yanında Asude. Kayıt. 

Asude, yemekten sonra mutfağı toplarken aklına Hulusi dedesi gelmişti. Annesinin babasıydı o da. Üç dört yıl evvel vefat etmişti. Arada böyle onu yad edip anıları hatırlar ve ağlardı. Bir de radyoda Pinhani'nin "Yitirmeden" şarkısı çalıyordu yaraya tuz basar gibi. Nasıl ağlamasındı şimdi Asude?

''Durup düşünmeye zamanın olur mu?
Yitirmeden anlamaz insan
Sevdiklerin yolun sonunda''

Özlemişti o dedesini de. Anıları hücum etti zihnine. Ah ah, Hulusi dedesi! Sessiz sakin adamdı. Yer içer, bahçede otururdu. Misafire çok önem verirdi. Evde ne var ne yoksa yedirip içirmek isterdi. Ahşap oyardı, çeşitli şeyler yapıp dağıtırdı insanlara. Bazen kudal, kaşık, baston; bazen başka şeyler... "Benden hatıra saklarsın." diyerek Asude'ye de yapmıştı hepsinden. Evde, yatağının altında duruyordu hepsi. Yatağın altından bir şey almak için açınca onları görüyor, yine gözleri doluyordu. İnsan ne garipti. Bir vardı bir yoktu. "Bir varmış bir yokmuş" sözü ne doğruydu. Dünyada bir varlardı, bir yoklardı. Şimdi dedesinin hep oturduğu pencere önü, çardaktaki masa, koltuğun köşe kısmı boştu.

''Sarıl her fırsatında o insana
Arkasından ağlayan olma
Geri getirmez çok ağlasan da''

Hulusi dedesinin vefatı üzerine çok ağlamıştı. Saatlerce. Kuzenleriyle birlikte birbirlerine sarılıp ağlamışlardı. Birbirlerine hem destek olup hem acılarını paylaşmışlardı. Sonra bir ara sakinleşmisti ama mezarlıkta selâ sesi işitilirken küçük kuzeni göğü işaret edip sesi kast ederek "Dedemi mı diyorlar Asude abla?" demişti. Başını sallamıştı. Hep duyup önemsemeden geçilen o selâlar kimileri için acıydı, hasretti... Anlamıştı en derininden. Sonra kuzeni tabutu gösterip "O dedem mi?" demişti. "Evet" demişti zorla. Ölümü daha ilk kez anlayan, o andan evvel hâlâ koşup oynayan ve gülen küçük kuzeni,  o an ağlamaya başlamıştı gerçeğin farkına varıp. Dedesini toprağın altına gömüyorlardı. Koşarak mezarlığa girmişti. Asude engel olmaya çalışsa da tutamamıştı çocuğu. Çocuk da bir kürekle toprak atmıştı mezara. Asude, küçük çocuğun ağlaması ile daha da çok ağlamıştı tekrar. Sonra yine sakinleşmisti işte. Gözyaşı bile yoruluyordu. İnsan istemese de hayata devam ediyordu. Ölenle ölünmüyordu, doğruydu. Can yansa da hayat devam ediyordu.

''Ömür, ömür sanki bir kara kutuymuş
Gün gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış''

Dedesinin ölümü ona hayatın kısalığını hatırlatmıştı. Dersleri, okulu yahut başka şeyleri öne koyup dedesini ziyaret etmediği her anın pişmanlığını yaşamıştı. Dedesine ''Dedeciğim, canım dedem'' gibi şeyler dese de ''Seni seviyorum.'' demiş miydi emin olamayıp acısını çekmişti. ''Keşke sık sık deseydim, keşke emin olsaydım söylediğimden.'' diye geçirmişti kaç kere içinden. Ona sarılmadığı anlara acımıştı. Kendisine kızmıştı. Ölümün acısı yetmez gibi kendisini de suçlamıştı böyle durumlardan ötürü. Pişmanlık çekmişti. Ne menem duyguydu şu pişmanlık! Ama ders olmuştu ona tüm bunlar. Hulusi dedesinin vefatı sonrası değişmişti yavaş yavaş kız. İnsanlara daha sık sarılır, onları sevdiklerini söyler, ziyarete gider olmuştu. Sevdiği şeyleri öne koymuştu hep. Onu ve sevdiklerini mutlu edecek şeyleri. Okulu, dersleri, başarıyı, zirveyi değil. O, kendi mütevazi dünyasında kendi çapında bir başarı ile yetinebilirdi, yeterki sevdikleri yanında olsun ve onlarla ilgili pişmanlıklara sahip olmasındı. 

Çok iyi hatırlıyordu, dedesinin vefat haberi gelince babaannesi ve Bahadır dedesi de aramışlardı onu. Şehir dışında oldukları için hemen gelememiş, önce telefon etmişlerdi evlatları ve torunlarına. ''Kendinize iyi bakın! Size zarar verecek şeylerden uzak durun. Sizi de kaybetmeye dayanamam!'' demişti onlara ağlayarak. 

MehsâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin