🕊🕊🕊
“Henüz bebekken "dünya benim!" dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların "her şeyi bırakıp gidiyorum işte!" dercesine apaçık kaldığını.”
- Can Yücel
Oyuncak bebeğe sarılarak kaç saat ağladım hatırlamıyorum. Uyandığımda gözlerimin şiştiğini hissedebiliyordum. Oyuncak bebeğime bakıp,'sen kokuyor anne,'dedim içimden. Tek elimde oyuncak bebeğim varken aynanın karşısına dikildim. Gözlerim kıpkırmızı olmuştu...Aklıma birden onun kimse seninle evlenmez,' demesi geldi. Gözümden düşen yaşlar parkeye damladı. O an hepimiz sustuk. Ne şeytan konuştu, ne de küçük yanımda ağladı... Kendimi tutamayarak yere attım. Canım o kadar çok yanıyordu ki,artık üzülmeye bile mecalim kalmamıştı.
Birden odaya o girdi. Girer girmez kafamı çevirdim. Gözleriyle, 'çık odadan,' dermişçesine bir bakış attı. Odadan çıktığımda ben onun önüne düştüm. Beni mutfağa götürdü,yemekler hazırlanmıştı. Ondan uzak olmak için masanın en ucundaki sandalyeyi seçtim. Yemekte makarna vardı,makarnayı yerken birden onları böceklere benzettiğim için ellerim titredi ve makarna üstüme döküldü ve o sırada elim tabağa çarptı . Makarna sıcak olduğu için dökülünce ister istemez bağırdım.
"Yandımmmmm!"
"Ne yaptın ulan sen? Batırdın her yeri!"
Kolumdan tutarak beni masadan kaldırdı ve banyoya götürdü. Anlaşılan o ki pijamamı yıkamamı istiyordu. O gece ağlayarak pijamamı leğende yıkadım. Sekiz yıllık kısacık ömrümde ilk kez ölmeyi diledim...Allah'a canımı alması için yalvardım. O kadar çok ağlamıştım ki,göz pınarlarım kurumuştu.
🕊🕊🕊
Pijamamı değiştirdiğimde odama gidip kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yaslayarak tavana baktım."Allah'ım,günah yazmayacaksan sana bir soru sormak istiyorum... Neden hep ben üzülüyorum?" nefes alıp devam ettim."çok değil, bir kere yüzüm gülsün yeter." uzun bir süre sustum. "Allah'ım. Aç kollarını,kollarında uyuyacağım." dememle beraber kapıya yaslanarak uyudum. Uyandığımda gece olduğu pencereden yansıyan ayın yansımasıyla belli oluyordu. Gözümü alan ışığı elimle engelledim. Dikkatlice ayağa kalktım ve yerde duran kalbi ve masada durak kalemimle günlüğümü aldım. Sessizce kapıyı açtım. Koridora girdiğimde karanlığa alışmış gözlerimle dikkatlice ilerledim. Tablolar karanlıkta korkutucu göründüğü için beni biraz ürkütmüştü.
Tablolardan gözlerimi ayrırak koridora devam ettim. Mutfağa gidip sessizce ağlayacaktım. Annemin öldüğü yerde... Mutfağın kapısını sessizce ittirip annemin öldüğü yere çömeldim. Damlamaya başlayan gözlerim siyah saçlarımın arasından süzülerek halıya damlıyordu.
"Allah'ım,beni de annemin yanına götürür müsün?"
Bir çocuğun en acı duası budur. Annesinin veya babasının yanına gitmek... Ya da annesi, babası hayatta olmasına rağmen ondan şefkat görmek istemek.Ben ikisini de istiyordum. Hem anneme kavuşmak, hem de gerçek bir babamın olması..
Başımı mutfak tezgahına yasladım ve kalbe sarıldım. 'sen,annemin bana emanetisin.' dedim kulağına fısıldayarak. 'hayat bana gülmedi ama sana gülecek söz veriyorum'sonra sarı saçlarından öptüm,sarıldım ona annemin kokusu varmışçasına... Günlüğümü açtım ve mutfağın camına vuran sokak lambasının yardımıyla yazmaya başladım.
Günlüğümden anneme;
Nasılsın anne? Yattığın yerde rahat mısın? Yoksa sen de beni özlüyor musun? Göğsümdeki sızı hergün gitgide artıyor. Sanki orada canımı yakan bir şeyler büyüyormuş gibi... Kafamdaki kişilerden sonra kalbimde de mi bir kişi büyüyor anne? Gelecekse ve bana zarar verecekse hiç gelmesin,daha iyi.Çünkü benim zarar görecek bir yerim kalmadı.Gönül yarası diye birşey varmış.. O mu geliyor yoksa? Eğer,o gelirse şeytandan bile daha çok yakar canımı bence. Ellerim titriyor anne,biraz dursam olur mu? Tanrı bana kollarını açsa da sarılsam anne. Oyun oynuyorsun, biliyorum fakat komik değil. Her nerede saklanıyorsan ortaya çık,benim sana ihtiyacım var... Dizlerim acıyor anne. Koşup gitmek istiyorum,yapamıyorum.
Sekiz yaşımdayım,ne çok kelime sığdırdım hazneme. Acı,kalp kırıklığı,yalnızlık,yorgunluk,sensizlik... Düşünmeden edemiyorum bazen, 'neden ben' diyorum günah olduğunu bile bile,'Allahım ben bunları hakedecek ne yaptım' diyorum. Neden anne,sen bu sorunun cevabını biliyor musun?
Ağlayarak defteri kapattım ve kalbe sarıldım. Annemin kokusu üzerindeydi,hissedebiliyordum.Bu bir nebze de olsa ona olan hasretimi dindirmeye yetmişti. Bir nebze de olsa. Ağlamaktan şişen gözlerimi temizledim ve yerde duran günlüğümü aldım. Küçük masanın bacağına tutunarak ayağa kalkmaya çalıştım. Sessiz adımlarla mutfaktan çıktım. Adeta parmak uçlarımda yürüyordum. Bir ara kalp,elimden kayıp yere düştü. O sırada salonun ışığı açıldı. Kaçmak istesemde başaramadım. O ve ben göz göze geldik. Günlüğüm olduğunu biliyordu ama kalbi ilk kez görmüştü.
“O elindeki ne?”
Kalbi arkama saklamaya çalışarak,“h-hiç,yok bi’şey” diyebildim ama kekelemem bile her şey belli oluyordu.
“bana yalan söyleme! ”
Bebeğimi ve günlüğümü arkama koyup kaçmaya başladım. Beni ikinci katın merdivenlerinde yakaladı ve kalbi elimden çekip aldı. Kafasını ayrı,kollarını ayrı,bacaklarını ayrı çekip kopardı. Bense elimi ağzıma götürüp izlemekle yetindim. Şoktan bir süre hareket edemeyip onun merdivenlerden inişini izledim. Sonra sırtımı duvara sürterek yavaşça merdivenlere oturdum ve kalbin pamuk parçalarını elime aldım.
“KAAAALLPPP!” içimdeki derin acılar ortaya çıkmıştı. Kalbin pamuk parçalarına sarıldım ve ona verdiğim sözü tutamadığmı söyledim.
“Özür dilerim annecim,benim yüzümden oldu...”
“Verdiğim sözü tutamadım!”
Merdivende ağlarken uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda oyuncakları bulmamda yardımcı olan hizmetçi abla dibimdeydi.
“Kim yaptı bunu?”
“O...”
“O kim? ”
“Boş ver.”
“Nasılsın?”
“İyiyim.”
“Hadi kalk. Elini yüzünü yıkayalım.”
Başımla onayladım. “Bu arada benim adım Özgecan. Senin adın ne küçük hanım?”
“Levlâ”
“Memnun oldum Levlâ.”
İyiyim desem de iyi değildim. Yalan söylemeyi sevmem fakat buna mecburmuşum gibi hissettim. Elimi yüzümü yıkamam için banyoya geldiğimde şeytanın kulağıma fısıldamasıyla irkildim.‘herkes gibi o da seni bıraktı’ onu umursamadıkça bağırmaya devam etti. Eda ablanın lavabonun altına tabure koymasıyla beraber düşecekmişçesine yavaşça çıktım.
Musluktan kan akıyordu. Kendimi gerçek olmadığına inandırarak zor da olsa yıkamaya devam ettim.
Tabureden dikkatlice indim ve Özgecan ablanın elini tuttum. Ellerimin titrediği aşırı anlaşıldığı için Eda abla bana dönüp iyi olup olmadığımı sordu.
“iyiyim,sanırım gece biraz üşüttüm.”
“iyiyim”
“iyiyim”
“iyiyim...”Bu kelimem beynimde yankılanırken,iyi olduğuma ben bile inanmıştım. Yalan söylemek günahsa,ben neden iyiyim demek zorundayım? Saçma.
Duvara bakarak yürüdüğüm tablolar bile artık korkutuyordu. Kiminin ağzı eğiliyor,kiminin gözleri beni takip ediyor,kimi kendi içinde yer değiştiriyordu. Ağlasam ağlayacaktım fakat yapamazdım. Korkudan neredeyse altıma işeyecek olsam da sabretmeye çalıştım. Özgecan ablanın bana soru sormasıyla irkilir gibi oldum.
“Diğer ablalar kahvaltıyı hazırlamıştır şimdi. Aç mısın?”
Bu sefer yalan yok, acıkmıştım. Başımı evet anlamında salladım. Merdivenler ve tablolar bitmek bilmiyordu. En sonunda dayanamayarak başımı Özgecan ablaya doğru çevirdim. Üzerindeki hizmetçi kıyafetiyle hoş ve alımlı bir kızdı. Açıkçası burada olması yerine üniversitede olması gerektiğini düşündüm.
Merdivenlerden inip koridordan salona ilerledik. Tabloları umursamamaya çalışarak önüme baktım. Salona girdiğimde Özgecan ablanın söylediği gibi yemeklerin çoğu hazırlanmış,masaya yerleştiriliyordu.
Tabiri caizse,sadece kuş sütü eksikti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Levlâ'nın Hikâyesi Sarı Kurdeleli Kız
ChickLitLevlâ küçüklüğünden beri ailesiyle büyük sorunları olan bir kızdır. Babası tarafından sürekli şiddet gören Levlâ,sekiz yaşına geldiğinde zihninde üç kişi belirir:şeytan,küçük ve boşluk. Şeytan ve babası ona hayatı zindan ederken büyüyünce artık onl...