Ailem. Rabbime her an sırf bana bu güzel insanlarla aile olmayı nasip ettiği için şükür ederim. Annem babam, Zeynep. Ve Süleyman.
O gün babam da bir şans vermişti Okan'a. Benim gibi geç kalacak bizi ayıracak diye düşünürken bize şans vermişti. Nasıl oldu da böyle bir gecede düşüncesi değişti diye düşünürken Zeynep aklıma takılan soruya açıklık getirip,
" Babam gece senin yanına geldi. Başını okşarken sen 'Okan beni bırakma' deyince. Kalakaldı adam."
Demesiyle ağzım açık kalmıştı. Allah'ım!
" Ay Zeynep! Neden söylemedin ki bana?"
" Abla fırsat mı oldu? Yok. Şimdi oldu da söylüyoruz."
demişti ben misafirlere yemek doldururken. İnanır mısınız bu kızın müsait zaman anlayışı beni şaşırtıyor.
" Tebrik ederim valla."
Dedim tepsiyi elime alırken. Annem kapıdan girip telaşla,
" Ya insanlar aç aç!"
Deyip bize kızınca benle Zeynep birbirimize bakıp gülmeye başlamıştık. Annem iyice sinirlenip,
" Açlıktan bayılsın mı insanlar? Ver tepsiyi ben götüreyim. Siz kavga edin aferin."
Demişti elimdeki tepsiyi alıp giderken. Bizde gülmeye devam etmiştik. Bizi durduran öksürük sesiyle de durduk. Sonra,
" Çilli hanım, Bir gelir mi?"
Deyince Zeynep imalı imalı bakarken mutfaktan çıktım. Okan kapı ağzında durup,
" Bize bir sürahi su daha verir misiniz?"
" Bu kaçıncı? Kim içiyor bu kadar suyu ya?"
Dedim şaşkınlıkla çünkü bu 5 oluyordu. 6 erkek 5 sürahi suyu kaç dakika da içer ki?
" Ben."
" Şaka yapıyorsun değil mi?"
Dememle bir adım yaklaşıp sessizce,
" Aslında içmiyorum. Dolduruyorum hop çaktırmadan arkamdaki duvarın dibine döküyorum. Nasıl ama? Hem toprak sulanıyor hemde ben seni gördükçe ferahlıyorum."
Demesiyle tebessüm edip,
" Ya nereden aklına geliyor böyle şeyler. Olmadık yerde söylüyorsun ne yapacağımı bilemiyorum."
" Gül diye yapıyorum."
Demesiyle ona sarılmak için bir adım atmıştım ki annem odadan çıkınca hızla kendimi toplayıp ciddi bir sesle,
" E şey, siz gidin ben su var mı bakayım. Evet. Evet biz sizi ararız. Ay yani şey çağırırız. Çağırırız diyecektim."
" Tamam annem olmadı. Çok saçmaladın. Görmüyorum sizi."
Deyip göz kırpıp mutfağa gitmişti. Okan,
" Görüyorsun ki annende benim tarafımda."
" Ailemi ele geçirmek için büyü mü yaptın?"
" Tövbeee sadece cazibeme kapıldılar. Hadi yarım bıraktığın işi tamamla."
" Ne?"
" Hadi sarılacaktın ya. Sarıl."
Demesiyle gülüp sarıldım. Sonra hızla ayrılıp,
" Hadi yeter bu kadar romantizm. Su da yok size. İsraf etme daha fazla."
" Ne? Ama ben daha sana kollarımı saramadım ki? Şak diye sarıldın anlamadım. Bu sayılmaz."
Deyip mızıkçılık ediyordu ki birden ne zaman geldiğini bilmediğim Eşref amca sevinçle bağırıp,
" Sarıl! sarıl! Sarıl! Sarıl! Sarıl!"
Deyip bizi kollarıyla sarıp sevgiyle boğarken. Gözlerim nefessizlikten kararırken birden gür bir ses ortalığı inletince birden bizi bırakıp,
" Emret komutanım!"
Deyip gerisin geri gitmişti. Biz soluklanmaya çalışırken Okan,
" Bir gün Nasreddin hocanın kedisiyle empati yapacağım aklıma gelmezdi. Eşref amca bizi sevgiden boğacak. İyi misin Çillim?"
Deyip yüzümü ellerinin arasına alınca,
" Okan, daha fazla rezil olmadan ayrılalım."
" Ayrılalım derken? Yani sen mutfağa ben bahçeye geçeyim değil mi? Ayrılmak kelimesini öyle şey ettin."
" Elbette."
Deyince oh çekip arkasını dönmüştü ki arkasından sessizce,
" Seni seviyorum Deli."
Dememle durup,
" Bir daha söyle."
" Nasıl duydun ya?"
" Bu ne ki? Ben aramızda kilometreler varken sesini duyardım."
" Okan."Böyle anlarda bütün kelimelerim tükeniyordu. Ben bir mucizevi olaya tanıklık eden insan gibi kalıyordum. Hayatımda ilk defa seviyordum, ilk defa böyle kelimeler, cümleler sarf ediliyordu bana. Edebiyat camiasında duyduğum kişilerin içine istemsizce kıyıya köşeye kendimi ekliyordum.
Ben tebessümle ona bakarken o bahçeye babamların yanına doğru gitmişti. Babam bir şans vermişti ama içi mi soğumadı yoksa bugüne kadar ağır işlere koşturamadığı erkek evladının açığını mı kapatıyor anlamadık. Ne kadar iş varsa ' siz durun! Okan gelsin yapsın. Okan pazara git. Okan bahçeyi temizle. Okan domates. Okan salatalık. Okan hadi camiye! Okan! Okan!' Zavallım düğüne kadar bir deri bir kemik kalmaz inşallah.