Zeynep attığım mesajla kolyeyi bulmama çok üzüldüğünü söyleyip bana cinnet geçirtmişti. Ama takılmadım. Hıh! Çiğdem de utandığı için gün boyu uyuyarak utanmasının geçmesini bekleyecekmiş. Değişik yöntemler denemeyi sever kendisi. Bana kolyeyi bulanın numarasını atınca kaydettim. Şimdi ise gidip Fehmi hocaya bakayım. Canım benim. Kendisi benim en sevdiğim öğretmenim. Felsefe profesörü olması dışında bir sorunumuz yok. Bazen dediklerini anlamasamda iyi geçiniyoruz ya. Bence o da gizli deliler teşkilatından ama neyse.
Fehmi hocanın odası fakültenin en üst katındaydı. Merdivenler ise bitmek bilmeyen bir kara delik gibiydi. Derin bir nefes alıp son basamağı bitirip kapısına gittim. Açık olan kapıdan bakıp,
- Hocam? Geleyim mi?
Dedim. Gözlüklerinin üstünden yorgun haliyle bakıp gülümsedi.
- Gel Zekiye. Sağ kolum.
İçeri girip karşısındaki tekli koltuğa oturdum. Masasının üstündeki dosyaları düzeltirken bir yandan da konuşup,
- Şimdi benim 1 saat işim var. Sen ve bir arkadaş bunları bilgisayara geçirin. Odamın anahtarını sana vereceğim çıkarken kilitlersin.
- Ama hocam bir şey olmasın.
- Ben sana güveniyorum kızım.
- Teşekkür ederim hocam. Elimden gelenin en iyisini yapacağım.
Dedim ve gülümsedim. Dosyaları köşeye bıraktı, bilgisayarını açtı. Ona bakarken içeri biri girdi. Hoca ona bakıp,
- Hah! Bak geldi Okan. Zekiye, sana dediğim arkadaş.
İçeri girenle göz göze gelince tek kaşım kalktı. Fehmi hocaya,
- Hocam ben tek başıma da geçirebilirdim aslında. Arkadaş yorulmasın.
Fehmi hoca yerinden kalkıp ceketini giyerken,
- Olsun olsun. Hemen bitirin. Geç kaldım. Hadi görüşürüz.
Demiş gitmişti. Okan dediği çocukla odada tek kalınca yerimden kalkıp açık olan kapıyı ardına kadar açtım. Kapının önüne bir saksı koyup masanın başına geçtim. Sakin ol Zekiye. Sorun çıkarma. Sese dikkat edelim. Evet son bir iki üç!
- Görev paylaşımını nasıl yapalım?
Dedim. Cevap vermek yerine bana baktı sonra,
- Uzaylı, beni gördüğüne şaşırmadın mı?Sorusuna cevap vermedim. Şaşıracağım ama senin yanında değil. İfadesizce bir hal takınıp,
- Ben dosyaları alıyorum. Siz de bilgisayara geçin o zaman.Bilgisayarı alıp masada çevirdim. Karşıma oturması için bir yer belirlemiştim ona. Yanıma oturamazdı. Hemen bitsinde gitsin!
- Demek tanımamazlıktan geliyorsun. İyi benimde seni tanımak gibi bir derdim yok.
Karşıma sandalye çekip, bilgisayarın başına geçti.
-şu işi bitirelim de bir.Cevap yok. Elime dosyaları alıp tek tek okumaya başladım. O da söylediğim isimleri yazıyor ve yanına not giriyordu. Arada göz göze geldiğimizde sinsi gülüşünü yakalıyordum. Ben bu çocuğu hiç sevmedim. Ağzına kürekle vursalar, abi birde şu kemeri deneyin der destek veririm. Neyse işimize dönelim.
- Varlık Felsefesi eksik. Taner Bak.
Dedim ardından,
- Ne dedin duymadım sesli söyle.
- Varlık felsefesi. Eksik. Taner Bak!
-Ne? Anlamadım.Belli ki beni delirtmeye çalışıyordu. Yooook! Hayır. Cinlenmek yok! Sinir yok. Ben sakin bir insanım. Derin derin nefesler alırken aniden,
- Varlık Felsefesi!
Deyivermiştim ki korkuyla yerinde sıçrayıp,
- Ne yapıyorsun kızım! Aklım çıktı.
- Yüksek sesle söyle dediniz. Söyledim. Diğerine geçiyorum.
Dedim ve elimdeki dosyayı köşeye bırakıp diğerini aldım. Dikkatle bilgisayara odaklanmış parmakları hızla gidip geliyordu. Ne yazıyor bu kadar?! Bozacak klavyeyi! Sonra al Zekiye diyecek!Onun saçma sapan ve sinir bozucu tavırlarıyla cinnetten döndüm. Bilgisayardaki işimiz bitince. Çok şükür ki. Yerimden kalktım.
- Teşekkür ederim.
Ellerini birbirine geçirip esnettikten sonra kalkıp,
- İhtiyaç sahibine yardım etmek gerekir.