Okan...
Yatak yok. Bir bez parçası ve örtü. Dedem Selim Han'ın bana reva gördüğü bu. Boş bir oda. İçinde küçük bir kilim serili. Birde eşyalarımın olduğu çanta.
Dedem, nenemin bana hazırladığı güzelim padişah odasını toplatmıştı. Oda da sadece kilimi bırakmıştı. Elime de bunları tutuşturup sabah namazına kalkmamı söylemişti. Ah dede!
Elimdeki örtülerle olduğum yere çöküp bağdaş kurdum. Sırtımı buz gibi betona yaslayıp gözlerimi kapattım. Huzur. Ah Zekiye. Gözlerimi her kapattığımda sen varsın. Sırf bu sebepten ebediyen uyuyabilirim. Ama sabah namazına kadar çünkü dedem beni keser.
Bir soluk verdim. Ta ciğerimden. Zekiye'ye doğru. Neredesin şimdi? Ne yapıyorsun? Karşına çıkıp af dileyecek ne halim ne yüzüm var. Suç belli suçlu belli ama bu çocuk ahmak! Tam bir ahmak! Ahmak olmasa seni kaybetmezdi. Seni çok seviyorum. Seni özledim ben. Böyle bana ters ters bakıyordun ya hani. Birde kendi kendine şiirler okuyordun bazen, farkında olmadan seslice okuyordun. Sesinden şiirler dinlemeyi özledim. Ah sana Kavafis'i okuyunca 'kalbiniz benim için ateştir.' demiştin ya. Ben o ateşte yandım Zekiye. Sanki kalbimin altına hiç sönmeyen bir ateş yerleştirmişler. Her an sıcaklığını ve acısını hissediyorum.
Sırtımı dayadığım betonun soğukluğu içime içime işliyordu ama kalbimdeki ateşe dokunmuyordu. Ne söndürürdü bunu? Gözlerimi kapattım. Derin bir soluk alıp örtüyü üstüme atmıştım ki aniden açılan kapıyla ayağa fırladım. Selim Han dedem,
" Hadi! Namaza!"
Demiş sonra da çıkıp gitmişti. Ulan saat kaç? Ben daha gözümü kapatmadım ki? Cidden bak yaslandım. Oturdum. Ne oldu zaman mı genleşti abi! Yoksa benim-
"Okan!"
Dedemin gür sesi evde yankılanırken odadan çıktım. Koridor da bir elinde su kovasıyla bana bakıyordu çatık kaşlarıyla.
" Al şunu ilerde. Köyün girişinde Çeşme var. Git su getir, gusül al."
" Ne?!"
" Sözümü ikinci kere kurmam. Git. Gel. 10 dk veriyorum."
Deyince kovayı alıp çıktım. Kapının önüne benim için bir çift banyo terliği bırakmıştı nenem. Giyip dediği yere doğru yürümeye başladım. Bu saatte ne suyu ne duşu. Herkes uyuyordu- laf ağzımda kalırken etraftan gelen seslerle herkesin uyanık olduğunu fark etmiştim. Bir sen uyuyorsun! Sen anca uyu zaten! Ödlek! Ödlek! Ulan sevdiğin kızın karşısına çıkamayacak kadar ödleksin!Çeşmeye gelince kovayı doldurup gerisin geri döndüm. Dönmemle dibimde biri bitince dengemi yitirip çeşmenin birikintisine düşüvermiştim.
" Ne yapıyorsun ulan! Yaptığına bak!"
" Hahahaha temiz oldun, temiz! Temiz! Temiz! Temiz!"
Demiş gülüp kendi etrafında dönüp alkışlamaya başlamıştı. Hah! Bir köyün delisi eksikti! Tövbe ya! Birikintiden çıkınca gelen üşümeyle tekrar kovayı doldurup yürümeye başladım. Peşimden gelirken,
" Su temizler! Temizler! Şehirli oğlan! Şehirli!"
Deyip duruyordu. Eve kadar beni takip etmişti. Kapıdan girerken dedem beni görünce,
" İyi olmuş önce Eşref yıkamış seni. Geç gusül al! Abdest al çık. Çabuk!"
Demişti. Ne?
" Ama dede bu su soğuk. Bununla nasıl yıkanırım?"
" Cehennem sıcak ya evladım. Orada bol bol ısınırsın!"
Demiş arkasını dönüp kapının önüne çıkmıştı. Eşref ona selam dururken omzuna dokundu. Al işte! Herkes kendi dengiyle anlaşıyor demek. Ben onlara bakarken nenem sessizce,
" İçeri sıcak su bıraktı deden. Gir çık. Hadi."
Demişti. Dediğiyle banyoya girdim. Gerçekten sıcak su vardı. Vay be dede. Demek bana karşı merhametini yitirmemişsin. Ama ben! Ben peki?Zekiye. Çok merhametsizdim sana karşı değil mi?
Üstümü çıkartıp getirdiğim suyla duşumu aldım. Titreye titreye de olsa aldım duşu. Almalıydım. Hem.
Ne diyordu Hz. Muhammed (sav) 'merhamet etmeyene merhamet edilmez.' Benim için söylemiş sanki. Evet.