16

455 49 9
                                    

   Camiden uçarak çıktığım bugünde Zekiye'me gidiyorum. Çok heyecanlıyım. Bilmiyorum. Belki elim ayağıma dolaşmasa... Ah! Zaten bu hal yüzünden namazı da kıldıramadım ama... Yapacağım inşallah. Allah'ım, ben ona gidiyorum. Benim canıma! İçim kıpır kıpır ayaklarım birbirine dolana dolana gidiyordum.

   Sokaklar gittikçe gözümde uzarken sonunda köşeyi dönüp evlerinin önüne gelince kapıda beni bekleyen müstakbel kayınpederim Şevki bey babacığım! Ulan tutmayın alnından öpeceğim! Şaka şaka. İlk günden adam deli mi desin gül gibi damadına.
" Selamünaleyküm Şevki amca,"
" Aleykümselam. Sen geç öne otur."
Demiş Tofaş'ın nadide ön koltuğunu biricik damadına layık görmüştü. Aman efendim istirham ederim. Allahım! Tutmayın beni göbek atacağım! Şaka şaka. Gösterdiği yere oturup heyecanla beklemeye başladım. Ninaaaa ninaaa... Nırım nırımmm... Tey! Tey! Yüzümdeki gülümsemeyi düzeltemiyordum. Gülme. Adam deli diye-! Eşref? Eşref nerede dünden beri yok ortada...? Ha! Başına bir şey gelmiş olmasın? Yok canım. Neden öyle bir şey olsun ki? Ama! Ama namaza da gelmedi...

   Ben Eşref için endişelenirken arka kapı açıldı. Düşüncelerimi bölen kapı sesine dönünce gözlerim takılı kaldı. Beynim valizini toplayıp giderken, kalbim istifasını yazdı. Ben galiba öldüm. Yoksa şu an arka koltuğa geçip oturan benim... Benim Zekiye'm mi?

  Önce bir genç kız oturdu sonra da benim arkama, pencere kenarına Zekiye'm oturdu. Yutkunup başımı eğdim. Elimi sıkıp hissetmeye çalıştım. Galiba... Elimi hissetmiyorum. Şöför kapısı açılıp Şevki amca bindi. Arabayı çalıştırırken,
" Okan, seni tarlaya bırakacağım. Oradan kasabaya gitmem gerek."
Başımla onayladım onu. Beynim çalışmıyor ki konuşayım. Dilim şey oldu. Yola koyulunca halimi fark edip,
" İyi misin oğlum? Pencereyi açayım mı?"
" iyiyim."
" Rengin gitti sanki. Ne olur ne olmaz bak yanında kolonya var. Dök eline. Biraz pencereyi de aç. Aç değilsin di mi?"
" değilim amca. Gelirken koştum da ondan."
" niye koştun evladım,"
Aşka! Sevgiye! Özleme! Zekiye'me koştum. Diyemem. Dersem beni şuraya diri diri gömersin. Sonuçta senin kızın ve... Benim yüzümden başına gelenleri öğrendiğinde bakalım ne yapacaksın?

Yüzüm düşmüş, yaptığım şeyler aklıma gelmişti. Bu adamın karşısında nasıl böyle rahat oluyorum? Adamın kızının başına getirmediğim kalmadı! Benim yüzümden son senesinde neler yaşadı. Yüzsüz bir insanım.
" Okan? Sessiz misin hep böyle?"
" Yani..."
" Anladım çekiniyorsun şimdi ama birlikte çalıştıkça ısınırız birbirimize."
Başımı salladım. İçine girdiğim suçluluk duygusu iyice beni esir alırken ağlamak isteğimi bastırdım. Bunca şeyi yapmama rağmen neden böyle iyi insanlar? Şu an Zekiye'nin yerinde ben olsam çoktan ölmüştüm. Ama o... Hiçbir şey yapmadı. Sessizce çekip gitti. Cezamı kesmedi. En büyük cezamda buydu zaten. Bir iki tokat atsa, küfür etse bağırıp çağırsa belki daha iyi olurdum.

" Tamam geldik. Bak sen şuradaki kulübeye git. Bir çay koy. Ben geliyorum."
Demiş ilerdeki küçük ahşap kulübeyi göstermişti. Ben seni çok özledim. Başımla onaylayıp arabadan indim. Onu çok özledim. Arkama bakamadım, yürüdüm. Onu çok özledim. Ama yüzüne bakacak durum da değilim. Ama... Onu çok özledim.

Kulübenin kapısını açıp içeri uzattım başımı, içerde L şeklinde sedir, masa ve köşe de küçük ahşap bir tezgah vardı. Birkaç mutfak eşyası ve tezgahın altında seyyar tüp.
" Demek bura sizin Zekiye, acaba hiç oturdun mu burada? Çay içtin mi şu masada? Çay içer miyiz acaba? Karşılıklı... Ah aman ya rabbim. Tamam çok saçmaladım! Dön gerçek dünyaya! Bak bana bak Okan! Yaptıklarının sorumluluğunu alacak ve iyi bir insan olacaksın. Haydi!"

Kendime verdiğim gazla çay alıp köşedeki su bidonundan suyu doldurdum. Tüpü yakıp üstüne çayı bırakınca arkamdan gelen sesle döndüm. Kapıda bana sırıtarak bakan Eşref'e,
" Neredesin sen? Nereye kayboldun?"
" İşim vardı."
" Hadi oradan! Sanki bana bilim adamı. Korktum başına bir şey geldi sandım."
" Sen beni seviyon mu şehirli oğlan?"
Deyip bana doğru sırıtarak gelince,
" Dur bakalım! Sorularıma cevap ver."
" Gizli işler söylenmez. Söz verdim. Ayçiçek'e."
" Ayçiçek mi? Kim bu? Sevdiğin kız mı yoksa?"
" Hııı! Tövbe benim değil! Benim değil! Benim değil!"
" Kimin o zaman?"
" Senin."
Deyip omuzunu silkti sonra da bana dönüp,
"Söyledim! Söyledim! Ayçiçek'e söyleme."
" Söylemem. Tamam. Sakin ol. Hadi bak çay koydum yardım et buraları toplayalım. Ha. Dedem mi söyledi burada olduğumu?"
" Yok. Ben sana gelmedim ki. Ben işime geldim."
Demesiyle yakasına yapıştım,
" Ulan yoksa sende mi Zekiye'mi tanıyordun! Ha?"
" Sevdiğin gızıııı. Hı hı."
" Neden demedin?"
Dedim ellerimi çekip,
" Demedin ki. Zekiye'yi tanır mısın demedin ki."
" Allah'ım. Delireceğim. Tamam bak şöyle yapalım. Buraları toplarken sen bana onu anlat."
" Olmaz. Ayçiçek'e söz verdim. Olmaz."
Dedi ve dışarı çıktı. Peşinden çıktım hemen, köşedeki boş kasaları alıp tarlaya doğru yürümeye başladı.
" Ben salatalıkları toplayacağım. Sakın girme. Küserler. Yazık."
Dedi. Hah! Bir sebze meyve ile empati yapmadığım kalmıştı. Bıkkınca bakarken Şevki bey babacığımın arabasının sesini duyunca döndüm. Arabayı park edip yanıma geldi.
" Eşref işe başlamış, çayı koydun mu?"
" Koydum. Ne yapayım şimdi?"
" Eşref salatalıkları toplayıp başa bırakır, sende oradan al getir. 10 kasa oluncaya dek sonra içeri taşı. Yarın da pazara gidip satarız."
" Ne? Siz pazarcı mısınız?"
" Tabi. Sen ne sandın?"
" Şey. Bir şey değil. Yani çiftçi dedi dedem."
" Doğru. Ekiyoruz. Satıyoruz. Yoksa nasıl geçinelim?"
" Haklısınız."
Dedim. Öyle göz göze gelince Şevki bey babacığımın hiç de Zekiye'ye benzemediğini fark ettim. Çilleri yoktu, turuncu değildi. Belki annesi? Esmer bir adamın nasıl turuncu kızı olur? İnsan hayret ediyor.

   Ben ona öylece bakarken elini beline koydu,
" E sen bana böyle aşık aşık bakacak mısın? Hadi! Hareket. Biz durunca işlemeyiz. Hadi."
" Ha! Peki efendim,"
Dedim ve ensemi kaşıdım. Eşref'e doğru yürümeye başladım. Ah Okan! Belli ediyordun az kala! Adamın kızına yanık olduğunu-
" Allaaaaaah!"
Demiş kendimi toprağı öperken bulmuştum. Kafamı kaldırıp ağzıma giren toprağı tükürürken doğruldum. O sıra da sesime dönen Şevki amca,
" İşe toprağı öpmekle başlamak nerenin adeti Aşık."
Demiş gülmeye başlamıştı Eşref'le. Al. Adamın diline dolandım hemen. Ah be! Kesin vermez Zekiye'mi bana! Af! Şuraya oturup kendimi parçalayarak ağlayacağım. Yapacağım bunu. Üstümü temizleyip ona baktım,
" Ayağım takıldı."
" İyiysen sorun yok Aşık. Yalnız yürüdüğün yola bak."
" Yola bak... Tamam."
Dedim ve yüzümdeki gülümsemeyle Eşref'e döndüm. Duydun mu Eşref, bana aşık dedi... Ah be o da anladı aşkımı, Zekiye'm anlamadı... Neden sevmedi ki beni? Çok mu çirkinim? Beceriksiz miyim? Kötü biri miyim? Ah! Tabii! Kötüyüm.

    Allah'ım. Ben bu dert ile ne yapacağım? Sevse beni sevdiğim olmaz mı? Yoksa bu da yoldaki taşlardan mı? Canım yanıyor Ya Rahman, sen şifa ver.

  Göğsümdeki son soluğu da verdim, Eşref'e yardım etmeye başladım. O dikkatle topladığı salatalıkları kasaya yerleştirip,
" Rezzak verdi. Rezzak verdi. Rezzak."
Deyip gülümsüyordu. Kasa dolunca kaldırdım, ağırdı. İlk defa böyle bir iş yapıyordum. Ama dedem sağ olsun alıştırmıştı beni buna. Kasayı Şevki amcanın dediği yere bırakınca,
" Aşık, kasayı bırak. Şu ilerdeki domatesleri sula ama dikkat et bastığın yere. Kırmadan, incitmeden."
" Tamam amca,"
Dedim. Sanki bir bitkiye değilde bir cana dokunuyorum gibi uyardı beni. Doğru ya. Bunlarda bir can. "Canan'ın bize can olsun diye verdiği bir can."

    Domatesleri sularken gözüm dikilen biberlere, patlıcanlara,kavun ve karpuzlara kaydı. İlerde soğanlar vardı. Acaba sende benim gibi suladın mı bahçeyi? Seni çok özledim. Sanki bütün geçmişim sadece sensin, bütün konuşmalarım bitmiş. Bütün her şey sıfırlanmış gibi... ya da hepsi sende saklı.

" Aşık! Öldürdün evladımı! Aşık!"
" Ne? Ha? Yok ben. Ben yapmadım."
Dedim başımı iki yana sallayıp. Şevki amca,
" Ula domatese bak!"
Deyince başımı çevirdim suladığım domatese. Ah be! Sulamaktan toprağını eşmişim resmen.
" Kusura bakma domatesciğim. Söz dikkat edeceğim."
Dedim. Ben bir an sandımki Şevki amca bana her şeyi biliyor gibi sesleniyor sandım. Korktum. Çok.
Elim ayağım uyuştu. Dişimi sıktım, dudağımı ısırdım. Sustum.

Gün akşam namazıyla bitti. Şevki amca öğlen ve ikindi için bizi namaza getirmişti. Akşam namazı için gelince de vedalaşıp gitmişti. Bende öylece arkasından bakmıştım.

Ben yüzsüz biriyim Şevki amca. Ellerimi eşofmanın cebine koydum. Gerisin geri camiye döndüm. Eşref elinde süpürgeyle bahçeyi süpürüyordu. Yürüdüm. Yanına gidince bana baktı,
" Eşref, sence ben kötü biri miyim?"
Dedim. Sesimdeki ciddiyetin aksine neşeyle cevap verdi bana,
" İyisin. İyisin. Kötü insan yoktur. Hata yapar insan. Hata yapar. İmam dedi. İnsan hata yapar. Sonra abdest alır. Samimi tövbe eder. Allah'a kalmış. Sen iyi olmak için çalış dedi imam. İyisin. İyisin."
" Samimi bir tövbe."
Ellerimi cebimden çıkardım, ben samimi bir tövbe ettim mi? Ben herkese karşı kendimi savunurken; bana bunca nimeti veren, beni asla bırakmayan Rabbime karşı bir tövbe etmedim...

  Şadırvana yürüdüm. Oturdum. Besmele çektim. Allah'ım. Sen affet. Ben gönlümün peşine düşerken sana olan vazifemi unuttum. Sen affet. Abdestimi yavaşça alıp camiye geçtim. Gözümü içerde gezdirdim, kimse yoktu. Bir köşeye geçtim, oturdum. Şimdi af dileme vakti...

ZekiyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin