Bölüm 10

56.6K 2.4K 28
                                    

İki gün daha geçti. Hakan abiden haber almayalı beş gün oldu. Ve biz onu almaya gidemiyoruz. Sınır dışında olduğunu biliyoruz. Neden kaçırıldığını tahmin edebiliyoruz. Bunlara rağmen gidip alamıyoruz.

"Komutanım."

Yalvarır gibi konuşmam ile Çağatay bana baktı ama bir şey demedi.

"Komutan ile konuşmalısınız. Neden bekliyoruz biz burada?"
"Bilmiyorum Üsteğmen. Soru sorma bana."

Ofladım ve saçlarımı geri attım. Beş gün oldu abim ile konuşmayalı. Beş gündür hareket emri yok. Delireceğim.

"Ben gidiyorum artık."

Hızla yerimden kalkıp giderken Çağatay karnımdan tuttu ve kendine çekti.

"Saçmalama. Otur şuraya."
"Komutanım abim yok benim! Niye duruyorum burada ben? Ben bordo bereliyim! Anladınız mı? O hareket emri gelecek!"

Ben yüzüne bağırırken cevap vermedi ve bakışlarını kaçırdı. Biliyorum hareket emri ondan gelmeyecek ama beni de durdurmasın o zaman.

"Alp timi."

Albay yanımıza gelince hemen Çağatay'dan uzaklaştım ve karşısına geçtim.

"Helikopter hazır. Sınıra gidiyorsunuz. Orada sizi bir tim karşılayacak. Sahada olacaksınız. Tim sizi koruyacak sadece. Hakan'ı almadan gelmeyin. Göreyim sizi."
"Emredersiniz komutanım!"

Hep beraber koşarak hazırlanmaya gittik. Tam teçhizat giyinip kuşandık
ve beş dakika içinde hazırlanıp helikoptere bindik. Oturduğum yerde kafamı yasladım ve dışarıyı izlemeye başladım. Üzerinden geçtiğimiz dağlar, bozkırlar bana artık güzel gelmiyordu. Çünkü bana artık kötü anlar hatırlatıyordu. Çatışma, bağırışma, kan, silah sesleri.

•••••

Bizi karşılayan Nur ve ekibi ile bize verilen konuma gittik. Komutanın da dediği gibi biz sahada olacağız. Onlar ise gerektiğinde uzaktan bizi koruyacak.

Kayaların arasında ilerlemeye ve tırmanmaya çalışırken önden giden Çağatay bize yol gösteriyordu. Ben de en arkadan ilerliyor ve en arkada olduğum için de sürekli etrafı kolaçan ediyordum. Saatlerdir yürüyoruz.
Çağatay dur emri verince diz çöktük ve
Her birimiz etrafa bakınmaya devam ettik. Çağatay konuşmaya başladığında ona kulak verdim.

"Emir, Ateş, Timur arkaya gideceksiniz. Geri kalanlar devam etsin."

Barış, Serkan Çağatay'ın önüne geçtiğinde ben de yavaşça ayaklandım ve hızla ilerlemeye başladım. Çağatay kolumdan tutup durdurdu.

"Dikkatli ol, sorumsuzca bir şey yapma."

Kafamı bir kez indirip kaldırdım ve ilerlemeye devam ettim. O da arkamdan geliyordu. Hakan abim şimdi burada olsaydı en tepelere çıkıp her şeyi görür ve bizi korurdu.
Dalgın olmamak için kafamı iki yana salladım ve sola dönerek etrafa baktım. Hiçbir şey göremesem de sürekli kontrol etmem lazım sonuçta.
Birkaç saat sonra yine dur emri alınca yerlerimizi aldık ve beklemeye başladık.

"Bir şey gören var mı?"
"Burası sakin komutanım."
"Burada da sorun yok komutanım."

Arkamızdan bizi gözeten tim de sorun yok dediği an Çağatay dinlenelim dedi.

"Komutanım..."
"Üsteğmen karşı çıkmaya çalışma. Otur yemeğini ye."

Yanından ayrıldım ve çantama uzanıp konserve çıkardım. Yemek içimden gelmiyor. Silahımı bacaklarımın arasına koydum ve konservesi açtım. Canım istemediği için çatalı batırıp çıkarırken Çağatay yanıma geldi.

"Ye şu yemeğini. Uzun bir süre yiyemeyeceksin zaten."

Cevap vermedim ve etrafa bakmaya devam ettim.

"Hakan abi ye..."
"Hakan'ın iyi olduğuna eminim. O kendine bakar. Ve biz onu alana kadar da iyi olacak."
"Sen neden yemiyorsun?"
"Yiyeceğim."

Herkes nöbetleşe yemek yedikten sonra
yola devam ettik.

"Başlıyoruz."

Çağatay emir veriğinde silahımı daha sıkı sardım. Adımlarımı atarken bir gözüm arkadaydı hala. Önümüzde bir mağara girişi vardı ve tahminlerimiz burada oldukları yönündeydi. Bu mağaranın bir girişi olduğu gibi çıkışının da olduğunu düşündüğümüz için ekibiz bir kısmı da arkadan, çıkışın olduğunu düşündüğümüz yerden gitti. Sessiz bir şekilde girdik ve ikiye ayrılan yolda ben ve Barış sağa, Çağatay ve Serkan sola gittik.
Mağara gibi göründüğü halde içeriğin bir ev gibi odalı olması burada şimdi ya da daha önce birilerinin yaşadığını kanıtlıyor. Ayağımla pis eşyaları bir kenara bıraktım ve yüzümü buruşturdum. İğrençler. Tam burada bir şey yok diye düşünüp çıkacakken taş duvarın üzerinde gördüğüm düz çizgiler ile oraya yaklaştım. Kapı? Kapı! Hemen elimi göğsüme atıp konuşmak için olan yere bastım. Hücum yeleğinden tuşa basıp konuştum.

"Komutanım buraya gelin."

Barış hemen bana doğru gelince konuşmadan orayı gösterdim. Bir süre baktı ve kaşlarını çatarak kafasını eğip kaldırdı. O da benim gibi düşünüyor.
Çağatay ve Sarkan gelince Çağatay hemen yanımıza geldi, Serkan da girişte durup bizi kolladı.
Çağatay geldi ve ona da gösterdiğimde
durup baktı. Elini uzattı ve önce kapının yanındaki duvara vurdu. Sonra da kapıya. Sesler farklı geliyor. Yani kapı taştan değil. Sadece taş görünümlü.
Çağatay eli ile işaret verince Barış ve ben yanına gittik ve açmaya çalıştık. Bu sırada ses var mı diye dinliyordum. İnsan sesleri gelmiyordu ama bomba sesi de yok.
Kapıda bir hareketlilik olunca tüm gücümle itmeye devam ettim ama bu sırada Çağatay durdurdu ikimizi de. Barış ve ben uzaklaşınca eğildi ve aşağıdan bastırdı. Kafasıyla bize işaret verince biz yine ittik. Ve açıldı!
Serkan da gelince hep beraber aşağı indik.
Uzun bir merdivenden sonra aydınlık bir yere geldik. Düz bir koridordan sonra sesler gelmeye başladığında durduk. Işık gittikçe azalırken koridor sağa doğru dönüyordu. Yavaş ve sessiz adımlarla ilerlerken hala arkadakilerden ses gelmemesi beni geriyordu.
Koridorun sağında ve solunda olsalar başladı. Demir parmaklıklar ile kapatılmış odalar boştu. Çağatay eli ile işaret verince Barış ve Serkan sağa döndü. Biz de sola gittik. Sesler çoğalırken dinlemeye çalıştım. Bazı kadın sesleri yalvarıyordu. Sinirle silahımı sıkıp hızlandım. Çağatay'ın önüne geçtiğimde ışığın azalmış olması hızlanmamı engellerken bir yere çarpmamaya dikkat ederek ilerledim. Sonunda bazı adamların yemek yediğini görünce elimle Çağatay'ı durdurdum. Ben duvara yaşlanınca Çağatay hızlı bir şekilde karşıya geçti. Elini kaldırdı ve sayarak indirdiği an ikimiz de içeridekilere vurduk. Silaj seslerinden sonra bir süre sessizlik oldu. Sonra da büyük bir gürültü ile içerideki insanlar bağırmaya başladı. Çağatay ile içeri girdik ve duvarın arkasına saklandık. O sırada koşarak birileri geldi. Bunların adamı olduğunu biliyorum ama konuşuyor ve ne konuştuğunu anlamıyorum. Çağatay göğsüne iki kez vurdu ve ileriyi işaret etti. Kafamı iki yana salladım. O görmüyor ama bize yakınlar. Silahımın yanına iki kez dokundum ve kafamla dışarıyı gösterdim. Hızla yanıma geldi ve kendini göstermeden gelenlere baktı. Tekrar işaret verince hedef aldım ve sıktım.
Yani gelenler de bizi göremeden olduğu an olduğumuz yerden ayrıldık. Demir parmaklıklı bir odanın daha önüne gelince esir alınmış birkaç insan gördük. Elimle susun işareti yapıp kapıya baktım. Çağatay yanıma gelip kilitli kapıyı açmaya çalıştı. Koridordan adım sesi duyunca silahımı oraya doğrulttum. Ama gelenler Ateş, Timur ve Emir. Nihayet onları görebildim.

"Bu kapı açılmayacak. Hakan'ı bulalım ve  herkesi iş bitince çıkaralım. Zaten biz olmadan dışarı çıkamazlar."

Hepimiz onu onayladık ve ilerlemeye devam ettik. Ne bitmez bir yer burası. Şerefsizler resmen dağı delmiş bilmem kaç odalı ev yapmışlar. Gereksiz herifler.
Hakan abiyi bulamadıkça gerilen sinirlerim beni ele geçirirken karşıdan gelenleri görünce hiç durmadan bastım tetiğe. Gelen kalabalık da bize sıkmaya çalışırken biri beni kolumdan tutup duvarın arkasına çekti.

"Sen salak mısın? Ne diye karşılarına dikiliyorsun? Aptal mısın sen?"

Kendime geldiğim an yaptığımı fark ettim ve duvara yaslandım. Vurulmamam mucize olmuştu az önce. Ya da bu salaklar silah kullanmayı bilmiyor. Ben kendime gelmeye çalışırken bizimkiler işi bitirmişti.







Bordonun AşkıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin