♣ 1 ♧

894 79 11
                                    

Dünyada yedi binden fazla dil konuşulduğu ve her gün yeni bir dilin öldüğünden bahsediyorlar. Tıpkı eski zamanlarda inşa edilmiş görkemli binalar gibi, bu binalar krallara, kraliçelere hizmet eden insanların ayak izleriyle kültürleriyle doluydu. Bu insanlar karıncaları andırır şekilde etrafta dolaşır, pazarda dedikodu dinlerken alışveriş yapar ve tam önünde durduğum tiyatroda oyunlar izlerlerdi.

Taştan yapışmış bir tiyatro için fazla savaş görmüş ve buna rağmen hala görenleri etkileyen bir şekilde eski yerinde duruyordu. Seyircilerin oturmaları için yapılan yerler huni gibi basamak basak yükseliyordu. Bazen taşlardan birinde oturur ve kendimi geçmişte hayal ederdim. Birazdan oyun başlayacak ve ben alkış tutacaktım. Yağmurlu günlerde burası nasıl kullanıyordu? O zamanlarda da şimdi ki gibi nadiren yağmur yağıyor olmalıydı.

Şimdi harabeye dönüşmüş bu tiyatroya kimse gelmezdi. İnsanlar artık eğlenmenin ne demek olduğunu unuttular! Bu küçük köy bile unuttu; teknolojiden uzak yaşamamıza rağmen insanlar işlerini bitirir bitirmez evlerine çekilir ve mum bitmesin diye erkenden uyurlar. Annem ve bende aynısını yaparız ama ben diğerlerinden farklı olarak penceremden gökyüzüne bakarım. Merkezden uzak yaşamanın en güzel yanı yıldızları bu kadar net görebilmektir.

Babamı ilk çıkan savaşta kaybettim. Dünya nüfusunu bir anda yarıya indiren kıtlık ve su yüzünden çıkan korkunç bir savaştı. Ben o zamanlar aşağı yukarı beş yaşında olduğum için bu konudaki hafızam biraz zayıf ama dönüp yaşadığımız bu ücra köye bakınca bile savaşın izlerini görebilirsiniz. Köyde erkek ve kadın sayısında büyük bir eşitsizlik var. Erkeklerimiz ya çok yaşlı ya da çok genç. Nüfusumuz yaklaşık 12 yıldan beri artmıyor aksine yaşlılarımızı edebiyete uğurluyoruz.

Yaşadığım köyde her şey doğal ve azıcıktır. Yediğimiz her lokmayı hak etmek zorundayız. Annem bildim bileli buğday tarlalarında çalışır, bende ona yardım ederim. Gençlik yıllarında mühendislik okuduğunu ama savaş yüzünden okulunun yarım kaldığını biliyorum. Ben ise hiç okula gitme fırsatı bulamadım. Okuma ve yazmayı köydeki çocuklara ana sınıfı gibi toplayıp büyüklerin çalışabilmesi için oyalayan ve bana sorarsanız berbat bir öğretmen olan bir kadından aldım. Okuma yazma, biraz matematik ve satranç öğreniyoruz. Daha fazlasına imkânımız yetmiyor. Çalışacak kadar büyük olduğumuzda buğday tarlalarına gidiyoruz.

Burada bir ayna bulmak bile imkânsız, görüntümüze duş aldığımız ve bize sıcak su sağlayan kaplıcalarda bakabiliyoruz. Hepimizin yüzünde güneş yanıkları pembe pembe parlar. Sanki güneş bulutlardan bile bize daha yakındır. Bazen evlerimizde eriyecek kadar sıcak hissederiz işte o anlarda şehir merkezine dair dedikodular ve hayal gücüne kalmış yalanlar belirir. Kimine göre son teknoloji mükemmel bir şeyken kimine göre karanlık, dipsiz ve dolandırıcılarla doludur.

Aramızdan birinin bile merkeze gitmemesinin sebebi bu olmalıydı. Biz geri kalmış bir köydük ve kandırılması oldukça kolaydık. Son teknolojiye adapte olamazdık ve azıcık aşımızdan da olurduk. Öğlen yemeğimden kafamı kaldırıp köyü saran çitlere baktım. Daha önce hiç çitleri aşmamıştım ve aşmak istememiştim ama şimdi içimdeki dürtüler bana dünyanın ne kadar büyük olduğunu ve hareket etmem gerektiğini söylüyor. Bir yanım her sabah lapa, öğlen sandviç ve akşamları şanslıysam ekmeğin yanında boğazımı ıslatacak bir çorba.

Mısır çorbasını çok severim ama mısır üretilmesi yasak hale geldi, içme suyumuz az ve yağmur yok denecek kadar az. Bu yüzden mısır yetiştirmek toprakta kalan son suyu da tüketmek demek. Topraktaki su tükenirse obruklar her yeri kaplar.

Öğlen yemeğinin bittiğini haber veren zille gözlerimi çitlerden çektim ve sıcak havadan korunmak için şapkamı çekiştirip durdum. Hasat zamanı vakit çabuk geçiyordu. Bunu seviyordum çünkü düşünmeye başladığım an başıma ağrılar saplanıyor ve konu yine babama geliyordu. Annem babamı anlatmayı reddediyordu bu yüzden neye benzediğini bile bilmiyorum.

Bu gün yorucu geçtiği için muhtemelen yatağa girer girmez uyuyakalacaktım. Çölde geceleri çok soğuk olurdu ve bizde bundan nasibimizi alırdık. Geceleri giyecek ekstra kıyafeti olan burada zengin sayılırdı. İp üretip yeni giysiler dokumak için yetenekli son kişide geçen sene vefat etmişti. Bu konuda annemle aynı beden giyinebilen birisi olarak şanslıydım. Hayat kuralları burada yaşayan insanlar için çok çetindi.

Bu gece yıldızları izlerken kafamda hangi senaryoyu kuracağıma biraz zor karar verdim çünkü şehir merkezini hayal etmekle kendimi tiyatroda trajedik bir oyunda yer alan başrol arasında gidip geliyordum. Seyircilerin bana çiçek atmasına sıra gelmeden uyuyakalmıştım.

''Mahperi.''

Annem adımı tek seferde seslenmişti ve ben gözlerimi açmıştım. Bunun sebebi rüyamda babamın da beni çağırıyor olmasıydı. Duyduklarıma göre babam teknolojiden çok iyi anlarmış. Zamanında insanlara film izletirmiş. Filmin ne olduğunu bile bilmiyorum ama anlattıklarına göre tiyatroda oynan oyunların teknoloji ile buluşmasıymış ama çok geçmeden savaş çıkmış ve köyün geri kalan erkekleri ile geri dönemeyecekleri bir mücadele için gitmişler.

''Mahperi!''

''Kalktım,'' diye seslendim ve yatağın içinde nereye kaybolduğunu bir türlü bulamadığımın tokayı aramayı kesip kahvaltı için lapamı almaya gittim. Burada sık sık insanlar hijyen yüzünden hastalanıyor. Bir doktorumuz yok sadece şifalı bitkilerle arası iyi olan kör bir ninemiz var. İçimizden birkaçı bu bitkileri öğrenmek zorunda çünkü yaşlı nüfusumuz hızla azalmakta.

İşe gitmek için ayakkabı giymek benim için işkence sayılırdı ama kimse kızgın kumlara ayak basmak istemezdi. Ayakkabılarımı gözlerimle taramam yetmezmiş gibi alıp yandaki duvara vurdum. İçinden bir akrep çıkma olasılığı fazla tedbire bedeldi. Akrep zehriyle ne yapacağımızı bile bilmiyoruz çünkü kör ninenin buna bir çözümü yok.

Ayakkabılarımdaki dikişlerden utanmıyordum çünkü burada herkes böyle giyinirdi. Hatta giyinecek eşyalarınızın olması bile büyük lütuftu. Bugün canım biraz süt içmek istediğinden sayılı olan hayvanların yanında aldım soluğu. İyi bir çalışma sonunda süt içebilirdim. Buraya süt içmek için mi gelmiştim yoksa çite en yakın yer burası olduğu için mi bilmiyorum ama uzaklardan bir ses beni çağırıyor gibi hissediyordum.

Ama hiçbir şey yoktu.

Kafamı çevirip giderken gözüme bir şeyin rahatsız ettiğini hissettim. Bu bir ışık oyunuydu ve ardında daha önce duymadığım bir gürültü ile birlikte geliyordu. Hayatımda ilk defa böyle bir şey duyduğum için ayaklarım geri geri gitse de on sekiz yıllık sıkıcı hayatım ve macera isteyen yanım buna izin vermiyordu. Çitler aşılmalıydı, tehlike geri planlaydı. 

MAHPERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin