Cole'un bahsettiği insanların yanına varmamız iki günümüzü alacaktı. Aramis'in söylediğine göre daha hızlı gitme yolları vardı ama Cole dikkat çekmemek adına buna izin vermiyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse birisinin daha kapıyı çalıp gemideki kaçakları verin demesine yüreğim dayanmazdı. Bu yüzden iki gün daha Leo ile saklambaç oynayacaktım.
Sıkıcı bir gün oluyordu; yapacak hiçbir şey yoktu. Lina, Gilly'in saçlarını örüyordu ve daha fazla bu karmaşık örgüyü izlemek istemediğimden otomatik kapıları aşıp geminin koridorlarına kendimi attım. Leo'nun kapısının önüne geldiğimde hızlanan kalbime kızdım. Arkamı dönüp çabucak gitmem gerekirdi ama belki dışarı çıkar diye biraz oyalandım. Sonuçta Cole tesadüfen karşılaşmalara kızamazdı.
Odaya ne giren ne de çıkan olunca ilerlemeye devam ettim. Her zaman kapalı olan Jinny'in odasının kapısı açıktı. Burada sevilmediğinizi size en iyi Jinny hissettirebilirdi. Yine de kötü bir insan olduğuna inanmıyorum. Sadece tedbirliydi ve yaşı küçüktü.
Aralık olan kapıdan içeri baktığımda temel olan dekorasyonu kendi zevkine, siyaha, dönüştürmüştü. Bana biraz mezarı andırsa da tam karşımda kalan balığı görmemle içeri çekildim. Daha önce hayatımda hiç balık görmemiştim. Akvaryumun içinde küçük yüzgeçleri ile bir sağa bir sola yüzüyordu. O da kendini benim gibi kapana kısılmış hissediyor olmalıydı.
''Her zaman başkalarının odasına böyle dalar mısın?''
Jinny gelmişti.
Sinirliydi.
''Balık,'' diyebildim sadece. İşaret parmağım bile havada kaldı. Haklı olduğu içinde pek fazla konuşmak içimden gelmemişti.
''Evet, evet. İlk defa gördüğünü görebiliyorum. Gözlerin iki katına çıkmış,'' dediğinde o kadar şaşkın görünmediğimi umdum.
Hızlı adımlarla yanıma geldi. Benden üç veya dört santim kadar kısaydı. İşaret parmağını cama dayadı.
''Bu bir şans balığı. Sahiplerine şans getirdiklerine inanılır.''
Havuzda yüzen kocaman soluk yeşilli balığa baktım. Bir balığın şans getirme fikri bana oldukça saçma gelmişti ama bunu dile getirmemem gerektiğinin farkındaydım.
Jinny hemen yandaki masadan balık yemi alıp akvaryuma döktü. Yiyecekleri de bir garipti. Üstelik balığın bu küçük akvaryumda olması da beni üzüyordu. Belki de kendime üzülüyordum.
''Balığa baktıysan gidebilirsin,'' dedi ve eliyle git hareketi yaptı.
Birinin bu küçük hanıma terbiye vermediği için bir an da kinle doldum.
''Hep bu kadar kötü müydün yoksa sonradan mı oldu?''
Gözlerimi kısmış gardımı almıştım. Onunsa parlak ruhu kibrit gibiydi. Bir temasa ihtiyacı vardı ve sonra kızıl şölen başlayacaktı.
Jinny ona karşılık verdiğim için şaşkındı. Daha önce ona hiç karşılık vermemiş hatta kendimi suçlu gibi hissettiğim için yüzüne dahi zar zor bakabilmiştim ama şimdi şaşkınlıktan açılan küçük pembe ağzı, ince, çizgi gibi duran dudaklarını görebiliyordum. Gözleri gece kadar karaydı ve saçları da buna eşlik ediyordu. Perçemleri her zamanki gibi alnına düşmüştü. Yüzündeki tek kusur hafif uzun burnu sayılabilirdi ama ancak bunu kusur arayan veya çok dikkatli bakan birisi görebilirdi. Teni oldukça beyazdı, benim yanımda un gibi kalıyordu. Omuzları ve ayakları da oldukça küçüktü.
''Seni görünce oluyor,'' dedi ve burun delikleri hızla hareket etti.
''Benden neden nefret ediyorsun? Daha beni tanımıyorsun bile.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHPERİ
Science FictionGezegenimizde 3 milyardan fazla insan var. 3 milyar farklı kişi. Hepimiz dünyaya farklı gözlerle bakıyoruz ve dünyada kimse bizim gibi görmüyor. Peki ne görüyoruz ? Tehlike mi ? Tutku mu ? Yeni bir başlangıç ? Yoksa bir son mu ? Güven mi ? Şöhret mi...