Görsel Lina'ya aittir.
Herkesten önce uyanmıştım. Son nöbeti Aramis aldı ama benden uzakta, dışarıyı gözlemliyordu. Bende şansıma Leo'nun olduğu tarafa dönüp uyumuştum. Şimdi yola çıkma vakti gelene kadar sessizce onu izleyip yüreğimi rahatlatabilecektim.
Beyaz atlı prens değil, mükemmel hiç değildi. Öyle olmaya çalıştığı zamanlar oluyordu ama bu onu gözümde daha tatlı birisi yapıyordu. Bütün problemlerimi tek başıma halletmek zorunda olmadığımı hatırlattığında daha da çok seviyordum onu.
Bu sefer ilişkimiz basit aşk romanlarındaki gibi olmayacaktı. Bu sefer ayrılığında ilişkinin bir parçası olduğunu bilerek bu işe kalkışacaktım. Duygularım yapım gereği ön plana çıkmaya meyilli olsa da durup sakince düşünecek ve en uygun kararı verecektim. Bundan başka türlüsü de zarar vermekten başka işe yaramazdı.
Günün ilk ışıkları üzerimize doğru düşmeye başlamıştı. Birazdan ölümcül yolculuğumuz başlardı ama Leo'ya bakmanın son güzel anlarını hafızama kazımak istiyordum. İçimde rahat vermeyen bir his vardı. Beklide sağ çıkamayacaktık bu yüzden ona doyasıya bakmak istiyordum.
Buğday teninin üzerine düşen perçemlerini yüzünden itelememek için kendimle cebelleştim. Yüzü gözü oldukça sevimli ve karizmatikti. Benden daha büyüktü ama yinede dünya için oldukça toy duruyordu. Benim aksime büyük şehirlerde teknoloji selinde büyümüştü ama yüzü masumdu. Gözlerim dudaklarına kaymıştı. Daha önce sadece bir kere öpmüştü beni ve bunu düşünmek bile kıpkırmızı olmama yetiyordu. Hemen gözlerimi dudaklarından çektim çünkü yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissediyordum. Artık yanaklarım değil tüm vücudum yanıyordu.
''Yüzümde bir şey mi var?'' dedi gözlerini açmadan. İrkilsem de onun gibi kısık sesle yanıt verdim.
''Yakışıklılık,'' dedim kurduğu oyuna düşmeyerek. Demek bunca zamandır uyanıktı ve fırsat kolluyordu.
Gözlerini hemencecik açtı ve yüzüne sıcacık bir gülümseme yayıldı. Biz tatlı tatlı bakışırken Cole de uyanmıştı. Bize koğuştaymışız gibi muamele yaparak yüksek sesle bağırdı. Ne yazık ki olan Lina'ya olmuştu çünkü onun dışındaki herkes gerçekten uyanıktı. Rol yapma gereği duymadan uyku tulumumun içinden çıktım ve onu bir güzel katlayarak çantamın içine koydum.
Daha sonra su kenarına gittim ve akan suda yüzümü yıkadım. Suya yansıyan görüntüm epeyce yorgun görünüyordu ve saçlarım yağlanmaya başlamıştı. Az kaldı diyerek kendimi teselli etmeye koyuldum. Herkes sırayla aynı işlemi yapmaya başladı. Sırada tatsız tuzsuz ama doyurucu besinlerle kahvaltı yapmak vardı. Keşke bir tavşan filan avlasaydık ama ateş yakamazdık.
Kahvaltımı yaptıktan sonra yine suyun kenarına giderek ağzımı çalkaladım. Eskiden insanların diş fırçası ve macunu kullanmadan nasıl ağız temizliği yaptıklarını düşündüm. Çünkü bir an önce ağzımı köpüklemek istiyordum. Kişisel hijyenim sıfır gibiydi ve bu öz şefkatimin azalmasına oldukça rol oynuyordu.
Yola çıkmadan önce hemen ayakkabılarımı çıkardım ve yara bere içinde kalan ayaklarıma yardım edebilme adına sağlık kitini çıkardım. Leo'nun dikkatini çekmiş olmalıyım ki kaşlarını çatarak yanıma gelmişti.
''Ayakların ne kadardır bu halde? Neden bize hiçbir şey söylemedin?''
''Sizden oldukça fazla şey istedim zaten,'' dedim ve sargıyı kutunun içinden çekip çıkardım ama hayatım boyunca sargı yapmadığımdan oldukça bol kalmıştı.
''Dur,'' dedi ve sargımı eline aldı. Önce kitte oldukça az kalan bir kremle ayağımdaki yaralara sürdü. Daha sonra ustaca sargı beziyle iki ayağımı da sardı. Ayakkabının içine ayağım sığmaz sanıyordum ama Leo'nun yardımıyla ayakkabının içine girebilmiştim. Artık yürürken canım o kadar fazla yakmayacaktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHPERİ
Science FictionGezegenimizde 3 milyardan fazla insan var. 3 milyar farklı kişi. Hepimiz dünyaya farklı gözlerle bakıyoruz ve dünyada kimse bizim gibi görmüyor. Peki ne görüyoruz ? Tehlike mi ? Tutku mu ? Yeni bir başlangıç ? Yoksa bir son mu ? Güven mi ? Şöhret mi...