Ertesi gün içimde kötü şeyler olacakmış hissiyle uyandım. Tatsız bir kahvaltı edip üstüme başıma çeki düzen verdim. Yanıma gelen ulak arkadaşlarımın kral ile görüştüklerini daha sonra kral elinin onları sorguya alacağını benim ancak gece onları görebileceğimi bildiren bir elektronik posta ile gelmişti. Okuduklarıma göre arkadaşlarımla ancak akşam görüşebilecektim.
Günün geri kalanını tatsız bir şekilde odamda mekik dokuyarak geçirdim. Akşama doğru kapım tıklatıldı ve içeriye Alex girdi. Arkadaşlarımla beni buluşturmak için salonlardan birine geçeceğimizi belirtti. Nabzımın yükselmesine aldırış etmeden yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı. Alex ise gergindi, vücudu bir yay gibi gerilmişti. Herhangi bir tehdide karşı koymak için tetikteydi.
Koridorda ilerlerken güvenliğin iki katına çıktığını fark ettim. Arkadaşlarımdan ben hariç kimse hoşlanmıyor gibiydi. Sonunda salonun önünde durduğumuzda içimde bir gerginlik vardı. Ya işler istediğim gibi gitmezse? Ya beklenmedik bir şey olursa? Kendimi sorular arasından çıkardım ve kapıyı açmaları için emir verdim.
Kapılar açılıp içeriye girdiğim güleç yüzüm biraz düştü. Arkadaşlarımın perti çıkmıştı; günlerdir yolda olmanın aksine zihinleri de karışık gibiydi. Beni gördüklerinde her zamanki Mahperi'yi görmüş gibi bakmamaları göğsüme bir darbe inmiş gibi hissettirdi. Kimsenin bana vurduğu yoktu ama ben keskin bir sızı hissediyordum. İnsanların gözünde değişmiştim, daha değerliymişim bakıyorlardı. Ulaşılmaz ve dokununca yanacağınızı bildiğiniz bir ateş gibi.
Sonra Leo'yu gördüm. Akşam güneşi alnına düşen saçları kuzgunun pürüzsüz kanadı gibi parlatıyordu. En üzgün surat Leo'ya aitti. Hatta dokunsam ağlar gibi geliyordu. Onu kadar üzecek ne olmuştu? Onları tehdit mi etmişlerdi? İçim hiddetle doldu.
Alex'e döndüm.
''Bizi biraz yalnız bırakır mısın?''
Alex aklımı kaçırmışım gibi bana baktı. Yerinden kıpırdamaması sadece öfkemi arttırmaya yardımcı oldu.
''Prensesi duymadın mı?''
Sertçe sorulan Cole'un sorusu karşında Alex'in yüzü kırmızıya büründü. O an da nefesimi tuttum çünkü ortalık kızışacak gibiydi. Havadaki elektriği herkes hissedebiliyordu.
''Prensesin güvenliğinden ben sorumluyum ve sizinle onu yalnız bırakmaya hiç niyetim yok,'' dedi. Sizin derken tiksinirmiş gibi konuşmuştu. Saray kesinlikle Avcılardan hoşlanmıyordu. Ne cevap gelecek diye gözlerimi Cole'e çevirdim.
Alex şiir mısraları gibiyken Cole asi esen rüzgârdı.
''Prensesin hayatını iki kere ciddi tehlikedeydi, o zaman neredeydin? Ah, sarayda vergilerle yaşayıp tırnaklarını yaptırıyordun. Sevmediğiniz o Avcılar ise prensesin hayatını kurtarıyordu.''
''Ömrüm boyunca kraliyete hizmet ettim ben. Eğer prensesin yaşadığını bilsem taş üstünde taş baş üstünde baş bırakmazdım. Ona sadakat yeminiyle bağlıyım, onun çocuklarına benim çocuklarım hizmet edecek.''
''İkiniz de kesin,'' bağırarak araya girdim çünkü artık sabrım kalmamıştı.
''Cole, Alex'i kışkırtmayı bırak ve Alex bizi yarım saat kadar olsa da yalnız bırakamaz mısın? Eminim burada konuştuklarımız dinleniyordur.''
Alex hayal kırıklığı ile baktı.
''Avcıların işi avlamaktır, prenses. Başınıza konan ödülü gördükten sonra sizi neden yaşatmak istesinler? Torunlarının bile refah içinde yaşayacağı bir hayat vaat ediyorsunuz onlara,'' dedi tüm saygısını korumaya çabalayarak.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHPERİ
Science FictionGezegenimizde 3 milyardan fazla insan var. 3 milyar farklı kişi. Hepimiz dünyaya farklı gözlerle bakıyoruz ve dünyada kimse bizim gibi görmüyor. Peki ne görüyoruz ? Tehlike mi ? Tutku mu ? Yeni bir başlangıç ? Yoksa bir son mu ? Güven mi ? Şöhret mi...