''46 göçmen sınır dışı edilirken Avcılar yakaladıkları suçlular ile 30 bin doteyi* almaya hak kazandılar.''
Sesin geldiği yeri anlamak başta çok zor oldu çünkü bomba atan uçakları, tankları ve daha fazla yıkım getiren her şeyi biliyorduk. Biz savaş harabesiydik ama bu ses farklı bir aksan olsa da ne dediğini anlamıştım. Yerde duran kahverengi kutunun üstünde ince bir çubuk sallanıyordu. Yavaşça etrafında gezinmeye başladığımda ses kesildi. Varlığımdan haberdar olması mümkün müydü? Dokunmaya korkuyordum çünkü küçükken çitlerin arkasına çıkmamız için bize bastığımız yerlerde bombaların olduğundan un ufak olacak kadar parçalanacağımıza dair korkutmalar yapılırdı.
Savaş uzun yıllar gerisinde kalmıştı. Bombaların uzun süre yaşayacağı doğruydu ama bizim bölgemiz bir savaş meydanı olmamıştı. Derin bir nefes alıp kutuyu topraktan kurtardım. Bunun daha önce burada olmadığını eminim çünkü hayvan çiftliklerine göz kulak olan kadının herhangi bir yeniliğe hatta eskiye tahammülü yoktu. Birileri çite kadar yaklaşıp bunu burada düşürmüş olmalıydı.
Elimdeki kutu gibi şey aslında düşürülmeyecek kadar büyüktü. Birisi bunu düşürdüğünde elbet fark ederdi. Belki de kaçıyordu. Bir suçlu! İrkildim. Suçlulara hiç müsemma gösterilmediğinin farkındaydım ama birilerinin bunu bilmesi gerekiyordu. Köy meydanına çıkıp bundan bahsedemezdim ama bilmeleri gerekiyordu.
Üzerindeki toprağı silkelemeye çalıştım ve üzerinde düğme gibi duran daireye dokundum. Yerinden kıpırdamadı. Çevirince kulaklarımı tırmalayan iğrenç bir sesle kutuyu yere düşürdüm. Kulak çınlamasından daha kötü olan parazit sesiyle tanışmıştım.
Kimsenin beni izlemediğine emin olunca aleti biraz daha kurcaladım ama başta duyduğum gibi sesler bana eşlik etmedi. Kutuyu çantama, öğle yemeğimin altına sakladım. Etrafta olmadığım pek belli olmadığına sevinerek hayvanlara kahvaltılarını verdim. Hayvanlarla çalışmak pek bana göre değildi çünkü gübre kokmaktan hoşlanmıyordum. Gübre kokmaktan hoşlanmamakta süt, peynir, yağ, yoğurt gibi ürünlere veda etmek demekti.
Hayvanlarımızı yetiştirdiğimiz taraf antik tiyatroya çok uzaktı ve ben orayı görmediğimde kendimi oldukça huzursuz hissediyordum. Bu yüzden düşünmeye vakit kalmayacak kadar çok çalışmaya kendimi adadım. Ara öğün olarak biraz keçi sütü kazanmıştım ve her damlasının keyfini gölgelikte sürüyordum.
Bazen bu yoğunlukta kendimi avutacak maceralar aramaya çıkıyordum. Mesela köyün en yüksek yerine çıkıp gece manzaranın nasıl olacağına bakmıştım. Köyümüzün çok nizami kurulduğundan başka veri elde edememiştim. İnsanların bu sıkıcı hayata nasıl alıştıklarına anlam veremiyordum. Benim aklımda sürekli merkeze gitmek, dünyanın her yerini görmek ve içine girebileceğim ve yüzebileceğim kadar büyük bir su kütlesi bulmak yer alıyordu. İçimde bu düşünceler büyüyor bazen kendimi kafese kapatılmış kadar küçük hissettiriyordu. İçimden bir canavar çıkacak gibi hissederdim. Tam o zamanlarda bir kuş olup uçmak ve buralardan yeni serüvenlere atılmak isterdim.
Hayvanların şimdilik işi bittiğinden hasatta yardıma gitmeliydim ama içimden çantamdakini kurcalamak ve o sesi bir daha duymak için yanıp tutuşan büyük bir istek vardı ama yokluğumu annemin hemen fark etmesi ve beni aramaya gelmesi büyük bir ihtimaldi. Babamın ölümünden sonra fazlasıyla içine kapandığından onunla anne kız ilişkisi kuramıyordum. Bazen ona kızıyor bazense aşık olduğu birinin elinden alındığı içi de haklı buluyordum.
Eski bir pet şişeyle oynayan çocukları görünce mutlu oluyordum çünkü hala hayal gücü olan insanlar mevcuttu. Pet şişelerin nereden geldiğini bilmiyordum ama bize tatlı su kaynağı sağlayan her kaynağa minnet duyuyordum. Suyun değeri burada insanların saç uzunluğundan anlaşılabiliyordu. Kimse evcil hayvan beslemezdi çünkü fazladan bir boğaza yemek ve su sağlanamazdı. Bitki veya çiçek yetiştirilmezdi fazla su israfı. Çamaşırları yıkmak için neredeyse kirli su kullanılırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHPERİ
Science FictionGezegenimizde 3 milyardan fazla insan var. 3 milyar farklı kişi. Hepimiz dünyaya farklı gözlerle bakıyoruz ve dünyada kimse bizim gibi görmüyor. Peki ne görüyoruz ? Tehlike mi ? Tutku mu ? Yeni bir başlangıç ? Yoksa bir son mu ? Güven mi ? Şöhret mi...