Bölüm 9|•

1.9K 213 130
                                    


Üç gün sonra

Yemek odamdaki penceremin yanında oturmuş ailecek(!) kahvaltı ederken bedenim evimde olsa da, ruhum hayli uzaktaydı. Ruhum bir çift maviliğin sahibine sımsıkı sarmalanmıştı. Onu görmeye iznim olmasa da iyiydi. Bunu bilmek bile beni rahatlatıyordu. Ama mutlu değildim. İyi olduğunu kendi gözlerimle görmek, sesini duymak ve maviliklerine yakından bakmak istiyordum.

Babam ortamdan soyutlanmış bir şekilde gazetesini okurken annem de bana Paris'te katıldığı defileleri, aldığı kıyafetleri, yeni modayı anlatıp duruyordu. Hatta bir ara saçlarımı kestirip kızıla boyatmamı bile söylemişti ama onu kesin bir dille reddetmiştim. Saçlarımı seviyordum. Onu dinlemiyordum, arada kulağıma ilişen sözcüklere evet, hayır gibi kısa cevaplar veriyordum.

Dizimi masaya yasladım ve koltukta rahat bir konuma geldim. Fincandaki sıcak kahvemi yudumlarken bakışlarım bahçede dolanıyordu. Tam üç gün olmuştu ben bir hata yapıp eve geleli. O günden sonra da tekrar çıkamamıştım, bunun olacağını tahmin etmem gerekirdi. Ama James uyanınca beni perişan bir halde görsün istememiştim. Bunun bir önemi yoktu, beni hiçbir şekilde görememişti.

Bahçede ellerinde silahlarla dolanan bir grup takım elbiseli adamı gördükçe içim daha da daralıyordu. Babam onu dinlemeyeceğimi bildiğinden bu şekilde bir önlem almıştı. Evden defalarca çıkıp hastaneye gitmeye çalışmıştım ama bunu başaramamıştım. Her seferinde yakalanmıştım. Kaçma girişimlerim de tıpkı ufak bir çocukken olduğu gibi oda hapsimle sonuçlanmıştı. Sadece yemek saatlerinde odamdan çıkabiliyordum. Annem ve babam gelmiş, kendime kurduğum düzeni alt üst etmişlerdi.

Onlar yokken yalnız olsam da özgürdüm, ama şimdi kendi evimde bile tutsaktım. Uyu Becca, uyan Becca, yemeğe gel Becca, zayıfladın yemek ye Becca, kara kara düşünmeyi bırak Becca, fazla yağlı şeyler yeme Becca, uykunu iyi al Becca, biraz makyaj yap yüzün çok solgun Becca. Yıllardır hiçbir işime yaramayan ebeveynlerim bir anda onların evcil hayvanıymışım gibi davranmaya başlamıştı. Olmalarını istediğim anlarda bulduğum koca bir boşlukken, boşluk bulmayı umduğum anlarda bir anda belirivermişlerdi. Bu da hayatın ironisiydi.

Annem yeni aldığı çantalardan ve mücevherlerden bahsederken sıkıldığımı çok bariz belli ediyordum ama onlar bunu görmezden geliyorlardı, ya da artık alışmışlardı bu halime. Babamla göz göze geldiğimizde ona bıkkın bir bakış attım ve elimi boynuma atıp ovaladım. Gözlerim bahçede gezinirken aklımda yine James vardı. Ondan başka bir şey düşünemez, hayal edemez olmuştum. Bu adamın ömrümde çok büyük bir yeri olacağını hissediyordum. En azından benim açımdan, çünkü bu hayatımda sevginin hiç tatmadığım bir boyutuydu.

Her ne kadar anlaşamasak da ailemi severdim, arkadaşlarımı da severdim. Özellikle de Howard'ı. Birilerinden hoşlanmanın ne demek olduğunu da bilirdim, birilerin dış görünüşünden etkilenmeyi de. Bunların hepsini bilirdim, biri hariç. James'e karşı duyduğum önlenemez ilgim, şefketim ve merakım. Onu sanki küçük bir çocukmuşçasına koruyup kollamak istiyordum. İşte bunu hiç tatmamıştım.

Ben James'i düşünürken Rose geldi, Babamın kahvesini yeniledikten sonra benim yanıma geldi. Tabağıma birkaç atıştırmalık bırakırken birkaç tanesi elinden kaçtı. Annem ona dikkatli olmasını tembihlerken, babam onaylamaz bakışlar atıp gazetesine dönmüştü.

"Çok üzgünüm efendim." dediğinde yere eğilmişti.

"Sorun değil." dedim ve gülümsemeye çalıştım. Bu girişim başarılı oldu mu hiç emin değildim, uyuşmuş gibi hissediyordum.

𝐃𝐄𝐒𝐓𝐈𝐍𝐘 • 𝐁𝐮𝐜𝐤𝐲 𝐁𝐚𝐫𝐧𝐞𝐬 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin