Bölüm 15|•

1.8K 140 217
                                    



Sessizliğin yorucu gürültüsü ruhumu kıskaca almış beni boğuyordu. Sessizliğin şiddetini daha önce hiç bu kadar derinden hissetmemiştim. Zihnim sessizdi, ruhum sessizdi, ben sessizdim... Elimi neye atsam suskundu sanki. Bilincimi bu boğucu sessizlikten kurtarmak istesem de kurtaramıyordum. Gözlerimi aralayamıyordum, hareket edemiyordum. Yaşıyordum ama bedenim ölüydü.

Tenimde gezinen nazik dokunuşlar ruhumu okşuyordu, yara bere içindeki çaresiz benliğim o şefkatli dokunuşlara tutunuyordu. Hayalini kurduğum uzayda bir başımaydım sanki, yapayalnızdım. O dokunuşlar bana el uzatıyordu, beni ait olduğum gerçekliğe geri getiriyordu.

Dokunuşları seslere dönüştü, hislerim geri geldi. Bilincim karanlıktan aydınlığa doğru yürüdü. O kapının önünde beni bekleyen kişi ruhumu kendine bağlayan, beni hayatta tutan kişiydi. Hayat geri geldi, gürültü son buldu. Bilincim yavaş yavaş bana döndü, uyandım.

Göz kapaklarımı aralamak bile beni yormuştu, boğazımda keskin bir sızı vardı. Öyle halsiz, öyle bitkindim ki içinde bulunduğum bu beden bana ait değildi sanki. Görüyordum ama neye baktığımı algılayamıyordum. Ellerimde ve kasıklarımda beni bitiren bir acı vardı hala.

Görüşüm bulanıktı, bir süre öylece bekledim. "Becca, beni duyuyor musun güzelim?"

Duyuyordum ama cevap verecek gücü bulamıyordum kendimde. Yavaşça gözlerimi açıp kapattım. Derin bir nefes aldığını duymuştum. "Tanrıya şükürler olsun." Diye mırıldandı.

Gözlerimdeki şeffaf perde yavaşça aralanırken karşımdaki adamın perişan yüzünü gördüm, onu böyle görmek kalbimde bir baskı hissetmeme sebep oldu. Kalbimde ona duyduğum sevgi ayaklandı. İyi olmalıydı o, kıyamet bile kopsa o iyi olmalıydı. Bu dünyada sadece o iyi olmalıydı.

Ama sebep bulamadı zihnim. James neden bu haldeydi? Neden buradaydım? Neredeyim? Ne olmuştu? Düşünmeye başladım. Parti, James, teras, not, öfke, acı, kan... Gerçeklerin üzerindeki sis bulutu kalktı, hatırlıyordum. Çatallaşmış sesimle zar zor konuştum. "Buldunuz mu?"

"Nasıl hissediyorsun kendini?" Dedi sorumu duymazdan gelip. "Doktoru çağıracağım." Diye konuştu telaşla, telaşı görüntüsüne zıt bir gülümsemeye karıştı. Yanımdan kalkmaya yeltenmişti ki durdurdum onu. "James, sana bir soru sordum."

Söylediğim üzerine gözlerime baktı, gülüşü yavaş yavaş soldu. Sedyenin ucuna oturdu ve bana şefkat dolu bir bakış attı. Elini yanağıma götürdü ve usulca okşadı. "Bak, bana yaşattığın korkuyu tahmin bile edemezsin. Senin bundan sonra bu işe karışmanı istemiyorum. Merak etme, ben her şeyle ilgileneceğim."

"Ben yeterince bu işin içindeyim." Konuştukça sesim daha normal çıkıyordu ama gittikçe iyileşen sesim bile acı içinde olduğumu haykırıyordu. "Soruma cevap ver."

"Bir şey çıkmadı, tarifine uyan kimse yoktu."

Ona inanmadığımı belirten bir bakış attım. "Gerçekten çok yorgunum, doğruyu söyler misin?"

Kollarını iki yanıma dayadı ve üzerime eğilip alnıma bir öpücük kondurdu. "Doktoru çağıracağım." Diye fısıldadıktan sonra yanımdan kalkıp odanın çıkışına ilerledi. "James." Diye seslensem de durmadı. O kapıdan çıkıp giderken sırtını izledim, içimde uyanan öfke ve meraka engel olamıyordum. O gittiğinde gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.

Bedenim yorgundu ama bu benim ruhumun yorgunluğunun yanında solda sıfır kalıyordu. Bedenim yirmi yaşında olabilirdi ama ruhum şu beş ayda yirmi yaş daha büyümüştü.

𝐃𝐄𝐒𝐓𝐈𝐍𝐘 • 𝐁𝐮𝐜𝐤𝐲 𝐁𝐚𝐫𝐧𝐞𝐬 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin