Bölüm 7|•

2.3K 215 168
                                    

Zamanın durması... Hiçbir anına yetişemediğimiz hayatımıza en tezat duran iki kelimeydi sanırım. Hep yetişemediğimizden, geç kaldığımızdan söz ederdik. O bana yetişemeseydi ne olurdu peki? Muhtemelen onun omzuna isabet eden kurşun benim beynimi dağıtırdı. Ölürdüm, belki. Sakat kalabilirdim, kurşun en iyi ihtimalle kafamı sıyırsaydı. Ama bunların hiçbiri olmamıştı, o bana yetişebildiği için. Şimdi karşımda duran saate gözlerimi ayırmadan bakarken aklımdan geçen düşünceler bunlardı.

Uykusuz gözlerimi kıstım ve saate bakmaya devam ettim. Zaman geçmiyordu sanki, akrep ve yelkovan birbirini kovalıyordu ama bir türlü beni bir saniye ileriye taşıyamıyıyordu. Bu ruhumda tarifsiz bir sıkıntı bırakırken oturduğum metal kenarlıklı sandalyenin kenarlarını tırmalıyordum. Tenime temas eden soğuk metal aklımda o kurşun sesinin yankılanmasına ve ruhumun da daha büyük bir vicdan azabıyla kavrulmasıma neden oluyordu.

İnsan hayatının değersizliğinin, basitliğinin bilincinde olan bir bireydim ama yaşadığım o an beni daha önce hiç hissetmediğim kadar değersiz hissettirmişti. Eğer bana birkaç saniye daha geç kalsaydı şuan göğsümü daraltan bu nefesleri alamayacaktım, bu dünyaya gözlerimi yummuş olacaktım. Ölüm her zaman beni korkutan bir düşünce olmuştu ama şimdi o kadar da soğuk ve ürkütücü gelmiyordu.

O, yani James, daha önce hiç gerçek bir iletişimde bulunmadığı benim için hayatını hiçe saymıştı. İki gündür de ölüm kalım savaşı veriyordu ve bunu sadece uzaktan gördüğü benim için yapmıştı. O zaman ölüm o kadar da korkunç bir şey olmamalıydı.

Hayatı, bana feda edilecek kadar değersiz miydi ya da ölüm onu korkutmuyor muydu? Büyük ihtimalle o uyandıktan sonra soracağım ilk soru bu olacaktı. Uyanırsa tabi.

Günlerdir sadece bu ihtimale tutunuyordum. Uyanmasına. Bunun için en içten duygularımla dua ediyordum. Bekliyordum. Geri dönmesini. Mavi gözlerini tekrar görmek istiyordum. Artık içimdeki bu ızdırap bir son bulsun istiyordum. Ruhum artık kaldıramıyordu bu suçluluk duygusunu, vicdan azabını... Mavi gözleri üstümdeki tüm kara bulutları dağıtsın, güneşimi geri getirsin istiyordum.

Saatin çıkardığı tik tak sesi sinirlerimi iyice gererken derin bir iç çektim ciğerlerime. Soluduğum hastane kokusu boş midemi alt üst etmişti. Akrep ve yelkovanın dönüş hızı yavaşlamıştı, dakikaların ve saatlerin ölçüsü değişmişti. Kesinlikle böyle olmalıydı ya da ben başka bir boyuta geçmiştim tek başıma. Bu yavaşlığı açıklayabilecek başka bir kelimeye ya da tanıma sahip değildim.

"Eski bir inanışa göre her iç çekişte kalp bir damla kan kaybedermiş."

"Hamlet." Dedim bakışlarımı saatten ayırmadan, Shakespeare'in en sevdiğim oyunlarından biriydi. "Shakespeare mi okuyorsun?"

"Çok değil ama kitap okumaya çalışıyorum." Dedi ve elindeki bardağı bana uzattı. "Kahve?"

Bakışlarımı duvardan çekip yanımdaki çocuğa döndüm ve ayıp olmasın diye elindeki bardağı aldım. "Teşekkür ederim Steve."

𝐃𝐄𝐒𝐓𝐈𝐍𝐘 • 𝐁𝐮𝐜𝐤𝐲 𝐁𝐚𝐫𝐧𝐞𝐬 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin