Bölüm 21|•

1.5K 138 436
                                    


But now take me home,
Take me home where i belong.
I can't take it anymore.

🎶

2 ay sonra | Temmuz, 1942

'Herkesin bir geçmişi vardır tıpkı sayfalarını ezbere bildikleri bir kitap gibi içlerinde duran, arkadaşlarınınsa ancak ismini okuyabildiği.' Der Virginia Woolf. Yaşadığımız durum buydu, James ve ben içten içe her gün ölüyorduk ama çevremizdeki insanlar sadece üzüntümüzü görüyordu. Biz ruhumuzu kaybediyorduk, onlar akıttığımız göz yaşını biliyordu. Biz el ele cehenneme yürüyorduk, onlar sadece birbirimize destek olduğumuzu düşünüyordu.

Zehir gibi günler geçirmiştik. Hastaneden çıkmam 17 gün sürmüştü, geçirdiğim sinir krizleri ancak son bulmuştu. İçim almıyordu, ruhum kabul etmiyordu... Bebeğimin iğrenç insanlar yüzünden katledilmesine dayanamıyordum.

Ama insan alışıyordu yavaş yavaş, gün geçtikçe göz yaşları diniyordu, acısı dinmese de zavallı beyni unutuyordu, kalp kabulleniyordu, hayat bir şekilde devam ediyordu...

Çocuğumun öldüğünü kabullenmiştim. Bir saniye bile aklımdan çıkmıyordu, içim parçalanıyordu ama artık gözümde akıtacak yaş kalmamıştı. Göz yaşlarım kurumuştu, acizdim. Bunu kabullenecek kadar acizdim.

James bazı geceler benimle kalıyordu, geceleri kalmasa da tüm gün benimle oluyordu. Haftada bir George, Winnifred ve Rikki ziyaretime geliyordu. Howard her gün benimleydi, Peggy ve Steve de yanımdaydı sürekli. Bizi hiç yalnız bırakmıyorlardı. Yalnızlığıma üzülürken aslında yalnız olmadığımı göstermişlerdi şu zor günlerimde bana. Annem ve babam bile şaşırtıcı derecede bana karşı ilgililerdi, James'e de ailesine de çok iyi davranıyorlardı. Hatta babamın James'i sevdiğine yemin edebilirdim.

Günlerim genelde yatakta geçiyordu, bulduğumuz her fırsatta bebek yapmayı denediğimizden ağrılarım hiç dinmiyordu. Bay Erskine bu kadar ağrı kesicinin vücuduma zararlı olduğunu söyleyerek kullanmamı yasaklamıştı, eğer bir mucize gerçekleşir de yeniden hamile kalırsam bebeğimin sağlığını da etkilermiş. O yüzden hiç düşünmeden bir kenara bırakmıştım ağrı kesicileri.

Şimdi mutfakta oturmuş midemin istemediği çorbayı yudumluyordum. Aldığım her bir kaşıkta kusma isteğiyle doluyordum. İçim almıyordu beni hayata bağlayan hiçbir şeyi.

"Becca?"

İrkilerek mutfağın kapısında dikilen babama baktım. Ruhsuz bakışlarım ne var dercesine yüzünde dolaşıyordu. Bir bana baktı, bir de yemeyip oyun oynadığım çorbama. Bir şey demeden yanıma geldi, parmağını tabağın dışına deydirdi. "Buz gibi etmişsin."

Bir şey dememi beklemeden çorba kasemi aldı ve yeni bir kase çıkarıp tencereden bana sıcak çorba doldurdu. "Yemeyeceğim."

"Yiyeceksin." Dedi ve yeni çorbayı önüme koydu. Yanımdaki sandalyeye oturdu ve bana bakmaya başladı. "Hadi."

Ona direnecek gücü bulamadım kendimde, elimdeki kaşığı çorbaya batırdım ve dudaklarıma götürdüm. İçtiğim su, yediğim yemek bile tatsızdı. Hiçbir şeyden zevk alamıyordum. Babamın bakışları arasında iki üç kaşık daha içmiştim ki kaşığı elimden aldı. Kaseyi önüne çekip kaşığı çorbaya daldırdı, ardından da bana uzattı.

"Baba yemeyeceğim." Diye konuştuğum sırada kaşık ağzımdaydı. Ona bıkkın bir bakış atıp zar zor yuttum çorbayı.

"Bir şey mi diyordun?" Diye sordu bana yeni bir kaşık çorba uzatırken. Bir şey demedim ve bana çorbayı içirmesine izin verdim.

𝐃𝐄𝐒𝐓𝐈𝐍𝐘 • 𝐁𝐮𝐜𝐤𝐲 𝐁𝐚𝐫𝐧𝐞𝐬 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin