Bölüm 2 NAR KIRMIZISI

99 9 5
                                    


          John, tıpkı iki ay boş kalan aile evine temizlik için girdiği o soğuk şubat gününde banyoda karşılaştığı, çirkin, uzun siyah tüylü sıçanın hayatı boyunca asla unutamayacağı nefret ve kin dolu gözleriyle bakıyordu ona. Dişlerini sıkmıştı, tüm yüz kasları gergindi, bunu bulunduğu yerden rahatça görebiliyordu: laboratuvarın buz gibi fayans zemininde yüzü koyun yattığı yerden... Aiko ise ileride, buhar çıkaran, fokurdayan deney tüpleriyle dolu uzun masanın ayağının dibinde sırt üstü uzanmıştı ve aman Allah'ım, hiç kıpırdamıyordu. Tüm dikkatini toplamaya çalışarak kıstı gözlerini, ne var ki kızın nefes alıp almadığı bu mesafeden anlaşılmıyordu. Yaşadığı şoku atlatmak istercesine gözlerini John'a kilitledi ve tüm çabasıyla ne dediğini algılamaya çalıştı. Kulakları delice uğuldarken bunu yapmak çok zordu. Kesik kesik sözcükler, tren penceresinden bakıldığında uzakta bir görünüp bir kaybolan ağaçlar gibiydi. "Lanet olasıca ... Sana söyledim ... Deney ... Bilim insanları... Aşı... Virüs..." Birden kafasına dank etti. Doğrulmaya çalıştı. Ama John elindeki silahı kararlı ve tehditkar bir hamleyle ona yöneltti. "Dur bakalım ahbap!" Sözcükleri doğru işitmeye başlamıştı sonunda. Yine de buna sevinemedi. Hala ayağa kalkamayacak kadar sersemdi, birisi arkadan başına vurmuş olmalıydı, bu sarsıcı baş ağrısı, işitme kaybı başka nasıl açıklanabilirdi ki! Midesi ağzına geliyordu ama dünden beri hiçbir şey yememişti. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki durup dinlenmeye, bir şeyler atıştırmaya fırsat bulamamışlardı Aiko'yla. John kulaklığına bir şeyler mırıldandı "Evet efendim, buradalar. Hayır efendim, bir sorun yok. Biri etkisiz hale getirildi, diğeri de az sonra yolumuzdan çekilecek. Evet efendim, burada işim biter bitmez geliyorum. Tamam efendim."

           Yaşamının sonlanmasına saniyeler kalmıştı, çok hızlı düşünmek, bir hamle yapmak zorundaydı yoksa her şeyi kaybedeceklerdi. İnsanların burada olup bitenleri öğrenmesi gerekiyordu. Artık Aiko olmadığına göre – kadim dostunu kaybetmişti, sonsuza dek! Yas tutmak için zaman yoktu. Gözlerine hücum eden yaşları yutkunarak bertaraf etmeye çalıştı.- bunu tek başına tamamlamalıydı. Ama öyle bitkindi ki... Derin ve mayhoş bir uyku onu sarıp sarmalarken, tüm vücudu gevşerken hareket etmek çok zordu. Son bir çaba... Son bir gayret... Umut için, insanlık için, evren için...

          Derin bir nefes aldı, kalan tüm gücünü topladı ve birden yana fırladı, hızla camekanlı uzun dolabın ardına koştu. Hiç beklemediği bu hareket John'u afallatmıştı, silahını ateşledi ama boş bulunduğundan olacak, Can'a isabet ettiremedi. Can saklandığı dolabın arkasında dizlerini iyice toparlayıp ne yapabileceğini anlamak için etrafına göz gezdirdi. Klasik bir laboratuvardı burası; buhar çıkaran tuhaf renkli karışımlar, mikroskoplar, bilgisayarlar, yığınla kablo, deney tüpleri, etiketli şişeler, hortumlar, klasörler, dolaplar... İşine yarayacak bir şey olmalıydı bunca ıvır zıvır arasında. Panikle bakınmaya devam etti. Çıkış kapısı! Evet, oraya ulaşabilirse... Şöyle bir ölçüp tarttı, çok uzak değildi kapı, hızlı koşarsa yetişebilirdi, bir ihtimal. Aiko'yu burada mı bırakacaktı peki? Bu haydutların arasında? Gözleri tekrar nemlendi. Ölmüş de olsa ona bunu yapamazdı.

          Zaman daralıyordu. Silah sesini birileri duymuş olmalıydı, mutlaka John'a yardıma geleceklerdi. Çabucak karar vermeliydi. Ya hep ya hiç! Yine derin bir nefes aldı, usulca başını uzatıp John'a baktı, John pervasızca sırıtarak adım adım yaklaşıyordu. "Hey dostum, işin bitti. Buradan asla sağ çıkamazsın. Seni işkence ederek öldürebilirim, üstelik bu çok da hoşuma gider ama işimi kolaylaştırırsan hızlıca ölmene izin verebilirim." John'un saldırgan ve küstah kahkahasını duyduğunda bir an içi nefretle ve hırsla doldu Can'ın, hayır, bu iş burada, bu şekilde bitemezdi. Kapıya koşmak en kötü olasılıktı, asla Aiko'yu burada bırakamazdı, asla, yapılacak en iyi şey...

          John üstüne atlayan şeyin Can olduğunu anlayana dek kendini yerde buldu, Can nefretin ve Aiko'yu kaybetmiş olmanın hıncının perçinlediği delice bir güçle onu yere indirdi, hızlıca silahını elinden aldı, diziyle boğazına bastırdı. John'un bakışları şaşkınlıkla inanmazlık arasında gidip gelirken işe yaramayacağını bile bile kıpırdanmaya çalıştı. Kontrol artık Can'daydı. Silahı John'a doğrulttu. Nefesi alışık olmadığı bu adrenalinden dolayı tıkanmıştı, tüm nefretini ve intikam duygusunu kusan hırıltılı bir sesle "Bir daha söylesene John, saçmalamanı dinlemek cidden çok eğlenceliydi!" dedi ve küstah bir ifadeyle yarım yamalak gülümsedi. İntikam soğuk yenen bir yemekti ne de olsa... Ama aklı hala Aiko'daydı, bir an önce onun yanına gitmek istiyordu. Yine de kendine hakim olmaya çalışarak sol eliyle sağ tarafta açık kalmış çekmeceye uzandı, sarkan serum hortumunu aldı, seri hareketlerle John'un ellerini bağladı, adamı yüz üstü çevirdi, ağzına da bir bez parçası tıkıştırdı. Sonra kafasına silahın kabzasıyla vurdu. "Bu, bir süreliğine iş görür." dedi. Telaşla Aiko'nun yanına koştu, pitoresk bir tablo gibiydi gördükleri, zemine ve duvarlara sıçramış kanı gördüğünde tüm damarlarının çelik bir el tarafından sıkıldığını hissetti, içinde büyüyen panik dalgasını boğazında bastırmaya çalışarak nabzını kontrol etti, yaşıyordu! Yaşıyordu! Bir an inanamadı. Bunca kanın nereden geldiğini anlamaya çalıştı, telaşla yokladı, kafasının arka kısmında ufak bir yara vardı. Kolları arasındaki narin bedeni umutla sarstı, kızın uzun siyah saçları dalgalandı, "Hadi Aiko, hadi aç gözlerini. Buradan bir an önce çıkmamız lazım." diye sayıklıyordu bir yandan da yalvarır gibi. Sonra bir tokat patlattı kızın suratına. Özür dileyen mahzun bir ifadeyle kızın bembeyaz yüzüne bakarken saniyeler uzadı, Aiko çekik ve kapkara gözlerini araladı, "Hadi çıkalım buradan. Az sonra hepsi buraya doluşur." dedi tok bir sesle ve olduğundan daha sakince. Aiko'nun elinden tutup kalkmasına yardım etti. İkisi birlikte ana bilgisayara yöneldiler. John onları burada yakalamadan önce taktıkları USB'yi bilgisayardan çıkarıp cebine koydu Can, Aiko hala sersem gibiydi, bir eliyle içgüdüsel olarak kafasını tutuyordu. Göz göze geldiler, Can endişeyle inceledi Aiko'nun yüzünü. Kız hemen fark etti. "İyiyim ben, koşabilirim. Haydi çıkalım buradan! Hemen!" dedi. El ele tutuştular, Can silahını kavradı. Birbirlerine baktılar ve aynı anda kapıya yöneldiler. Kaçış başlamıştı.

SALGIN (Devam Ediyor.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin