Şehir dışında çiftlik tarzı bir yapının girişinde durdular, kale gibi sağlam duvarlarla çevrili binanın kapısında bekleyen korumalar geçmelerine izin verdiğinde şahane bir bahçeye girdiler, iki yanı ağaçlarla süslenmiş yol onları muhteşem bir eve götürdü. Kapıdan adım attıklarında göz alıcı yüksek tavanlar, işlemeli sütunlar, duvarları süsleyen nadide sanat eserleriyle bambaşka bir dünyaya adım attıklarını hissettiler. Evin müzeyi andıran girişini hayranlıkla incelerken adamlar onları itekleyerek sağdaki odaya soktular, alışkın hareketlerle kelepçelerini açtılar. Can, Aiko, Sergei ve Boris acıyan bileklerini ovuştururken odaya göz gezdirdiler. Oda çok büyüktü, şöminenin sıcacık çıtırtılarıyla büyülenmiş gibi etrafa bakınırken koltuğa yayılmış adamı fark edip irkildiler.
Adam; minyon tipli, sarışın bir Rus'tu. Piposunu silkelerken "Mütevazı evime hoş geldiniz!" dedi ve gösterişli hareketlerle ayağa kalkıp konuklarına yöneldi. Her birini delici bakışlarla tek tek süzdü. Birkaç adım kala durdu, zorlama olduğu apaçık bir kibarlıkla "Hakkınızı teslim etmem gerek, sizi bulmak kolay olmadı, beni bayağı uğraştırdınız, Singapur'daki kaçışınızdan sonra bir müddet izinizi kaybettim ama sonra şans eseri buldum; öyle şaşkın şaşkın bakınıp durmayın lütfen, buyurun, oturun." İlerideki koltukları gösterdi eliyle. Ne olduğunu kavrayamayan tutsaklar gösterilen koltuklara rahatsızca iliştiler.
Adam onlara bakıp bir kahkaha attı, onların şaşkınlığıyla bayağı eğleniyor gibiydi. "Durumu anlayamadığınızın farkındayım, isterseniz açıklayayım. Ama önce..." Başıyla bir hareket yaptı, odanın karanlık bir köşesinde hazır bulunan iri kıyım adam ileri atıldı. "Ne içersiniz? Ya da aç mısınız?" dedi ilgili ev sahibi rolünde. Cevap veremeden adama bakmaya devam ettiler, adam hiç bozuntuya vermeden "Sen konuklarımıza içecek bir şeyler getir." dedi. Kendinden gayet emin bir tavırla karşılarında duran antika koltuğa oturdu, bacak bacak üstüne atıp onları süzmeye başladı. "Aslında pek de tahmin ettiğim gibi değilsiniz." Can birden ironinin farkına vardı, adamın karşısında çekik gözlü uzun saçlı minyon bir kızcağız, esmer bir adam, sarışın iri yarı bir Rus ve zayıf, uzun saçlı bir bilgisayar kurdu duruyordu, birden gülümsedi, pek de dişli bir çeteye benzemiyorlardı, daha çok komik çizgi film karakterlerini andırıyorlardı.
"Ah, ne kadar kabayım! Kendimi tanıtmadım, ben Juno." Tek tek her birini delici bakışlarla incelerken sustu. Onlardan bir yanıt alamayınca monologuna devam etti. "Tabii ben sizleri tanıyorum, en azından sosyal medya hesaplarından paylaştığınız kadarıyla. Ah, internet ne muhteşem bir şey, herkesi her yerden takip edebiliyorsunuz, kimi isterseniz bulabiliyorsunuz, çok rahat iletişim kurabiliyorsunuz. Şerefine Lee ve Cerf!" Elindeki kadehi abartılı bir hareketle kaldırırken sessiz ve iri yapılı adamlar da tutsaklara içecek ikram edip başları önde odadan çıktılar.
Can elindeki kadehi sımsıkı tutarken olan biteni zihninde toparladı. Tam her şey yoluna girmişken birden silah zoruyla, yaka paça ve -ne gariptir ki- kimse görmeden bu kale gibi eve getirilmişlerdi, karşılarına adının Juno olduğunu söyleyen bir adam çıkmış, ukala ve alaycı bir tavırla konuşmaya başlamıştı, anladığı kadarıyla bu adam onları uzun süredir takip ediyordu, ancak geminin durdurulması nedeniyle izlerini kaybetmiş sonra –nasılsa- gene bulmuştu, demek eli kolu uzun bir adamdı; üstelik bir de konuksever biri gibi davranıp içki ikram etmişti ki elindeki kadehin içinde kim bilir ne vardı! Gözlerini endişeyle kadehine dikti. Bu tehlikeli adam, onca zahmete ve riske girip de onları sırf sohbet etmek için getirtmemişti ya! Mutlaka öğrenmek istediği bir şey vardı ve o şeyi öğrendiğinde de geride tanık bırakmayacaktı. Birden vardığı bu sonuçla korkuya kapıldı ama belli etmeyip sakin kalmaya çalıştı. Ne yapıp edip buradan sağ salim kurtulmalıydılar. Üstelik Boris'in, hele Sergei'nin bu olanlarda ne kadar suçu vardı? Yanında oturan kader arkadaşlarına göz gezdirdi; ufak tefek cüssesiyle narin ve kırılgan bilim insanı Aiko, iri yarı bilim insanı Boris, zayıf ve çelimsiz bilgisayar kurdu Sergei ve pandemi döneminde esneme hareketleri yapmaya bile üşenen, habire ev yapımı yiyeceklerle kilo alan, idmansız vücuduyla kendisi... Karşılarında da bu işin profesyonelleri olan, askeri eğitim aldıkları anlaşılan, kas yığını, baştan aşağı silahlı adamlar... Açıkçası fiziksel olarak pek şansları yoktu. Durum acınası görünse de zekalarını kullanarak iyi bir planla, belki biraz da şansın yardımıyla buradan kurtulabilirlerdi. İçinden geçenleri belli etmemeye çalıştı, kadehi daha bir sıkı kavradı. Kadehte her ne varsa içmeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN (Devam Ediyor.)
Science Fictionİnsanlık tarihi boyunca pek çok salgın hastalık yaşandı. Ama hiçbiri 21. yüzyılda tüm dünyayı derinden etkileyen, insanların yaşamını sarsan, dengeleri alt üst eden salgın gibi bilim otoritelerini yıkmadı. Milyonlarca insan acı çekerek hayatını kay...