VIII PRUSYA MAVİSİ

42 4 3
                                    


        Dondurucu havasıyla karşıladı Moskova onları. Düzenli şehrin sokaklarına vurdular kendilerini. Hem soğuktan uyuşan ellerini ısıtmak hem de rahatça düşünebilmek için gördükleri ilk kafeye oturdular, birer kahve ısmarlayarak garsonu savdıktan sonra ikisi de telaşla telefonlarına sarıldı, Boris'e hem sosyal medyadan hem de eposta yoluyla daha gemideyken ileti göndermişlerdi. Yanıt gelmişti, bir barda akşamüstü buluşmak istediğini belirten satırlara göz gezdirip işin zor kısmını hallettikleri için rahatladılar.

          Kahvelerini keyifle yudumlarken Can muzipçe sırıtarak "Bir de bakmışsın, yarın manşetlerdeyiz Aiko! Bir hayal et, ne kadar büyük bir sansasyon olur: Bir Japon ve bir Türk, bütün dünyayı esir alan virüs salgınının ardındaki gerçekleri açıklıyor! Hah haaah! Başlıkları görebiliyorum: Gizem Perdesi Açılıyor! Madalyonun Arka Yüzünde Kim var? Virüs Yalanı! Hah haaah... Bir de fotoğraflarımızı koyarlar habere, umarım yakışıklı çıktığım bir fotoğraf olur, belki medya kuruluşları bizimle röportaj yapmak için sıraya girer, biz de içlerinden beğendiğimizi seçeriz, öyle herkese konuşmayız. Ünlü kaprisi!"

          Can kahkahalarla gülerken Aiko da katıldı bu eğlenceli oyuna. "Ah gözümde canlandırabiliyorum, dünya çapında ünlü olurmuşuz, salgının şifrelerini çözen gençler diye. Bütün haber ajansları peşimizden koşarmış. Biz amacına ulaşmış insanların huzuruyla devam edermişiz çalışmaya. Her şey yavaş yavaş düzelirmiş, insanlar sağlıklı bir şekilde, korkusuzca, eskisi gibi devam edermiş hayatlarına. Kim bilir, belki de uluslararası kahramanlar oluruz!" Sonra birden söndü gülmesi. Endişenin sinsi bir yılan gibi çöreklendiği gözlerini Can'a dikerek "Ya tam tersi olursa Can? Ya bir şey açıklayamadan bizi sustururlarsa? Singapur'da kıl payı kurtulduk, ya bu defa şansımız yaver gitmezse? Ya da açıklasak bile kimse bize inanmazsa, hem niye inansınlar ki, tonlarca komplo teorisi dolaşıyor internette, bizim gerçekleri dosdoğru söylediğimizi nasıl kanıtlayacağız? Bilirsin, bazen insanlar apaçık bilimsel doğrulara değil de hükümetlerin açıklamalarına körü körüne inanıyor. Hem insanlar bize inansa bile ne fark eder? Önemli olan, sözü geçen insanların bizi desteklemesi ki küresel sermayenin yegane güç olduğu bu dünyada biz fazla mı hayal kuruyoruz sence?"

          Aiko konuştukça Can'ın kahkahaları silindi, kız haklıydı, hem de sonuna kadar. Başarılı olma olasılıkları çok düşüktü. Tarihte de doğruyu söyleseler bile işkence gören, öldürülen, yüzlerce yıl sonra doğruluğu kabul edilen nice bilim ve düşünce insanı yok muydu? Pisagor, Hypatia, Socrates, Lavoisier ve daha niceleri... Bu değerli bilim insanları öldürülmeselerdi kim bilir daha neler keşfedeceklerdi, dünya bugün belki de bambaşka bir yer olacaktı. Oysa yüzyıllar boyunca kör topal ilerleyen bilim, ancak son zamanlarda özgürlüğünü kazanmış gibi görünüyordu. Belki de bu görüntü sadece bir yanılsamaydı. Bilim hala tutsaktı. Kederle içini çekti. Bakışlarını kahve bardağına umutsuzca dikip sustu.

          Aiko bütün bu olumsuz düşünceleri yutkunarak kararlı bir ses tonuyla "Neyse, biz sonuç ne olursa olsun, yapmamız gereken şeyi yapacağız, ama öyle ama böyle. Şimdi, Boris'le akşam buluşacağımıza göre, biraz kenti turlamaya ne dersin?" dedi hınzırca gülerek. Kafeden çıktılar.

          Boris'le buluşmalarına epey zaman vardı, Arbat caddesinde kol kola gezindiler, vitrinlere baktılar, üşüdüklerini hissettiklerinde bir bara girip votka yudumladılar, Aiko bir sokak satıcısından mavi bir bere aldı, bol bol sohbet ettiler, güldüler, eğlendiler, Puşkin Müzesi'ni bir turist gibi ilgiyle ziyaret ettiler. Kısacık bir zaman dilimi de olsa şu an'ı ve yarını düşünmeden her şeyi, tüm endişeleri, korkuları, acaba'ları geride bırakarak kaygısızca dolaşmak çok keyifliydi ve buna gerçekten çok ihtiyaçları vardı.

SALGIN (Devam Ediyor.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin