VII MERCAN KIRMIZISI

42 4 3
                                    


          Sokağa çıktıklarında onları camdan izleyen Kwek'e dönüp gülümseyerek el salladılar ancak hala ne yapacaklarını, nereye gideceklerini bilemiyorlardı. Ama Kwek'i tehlikeye sürüklemek istememişlerdi. Üstelik nasıl yapacaklarını hala bilemeseler de insanlara bir açıklama borçluydular. Aiko, montunun yakasını kaldırırken sabahın serin havasını derince soludu: "Peki Can, elimizdeki bu verilerle ne yapacağız? Kime gideceğiz?" dedi.

          Bir an önce Singapur'dan çıkmaları şarttı. Laboratuvardaki adamlar hala onları arıyor olmalıydı. Bulduklarında ne yapacaklarını kestirmek hiç de zor değildi. Havaalanı zaten pandemi yasakları nedeniyle kullanılamazdı, kara yolu onları yeterince uzağa taşıyamazdı, üstelik çok riskliydi, geriye tek bir yol kalıyordu: deniz ulaşımı.

          Telefonun harita uygulamasına bakıp en yakın limanı buldular, yürümeye başladılar. Yarım saat sonra köşeyi dönünce gördükleri manzara karşısında şaşırdılar. İyot kokusu çarptı burunlarına ilkin, göz alabildiğine uzanan deniz, uzaklarda belli belirsiz adalar; sessizliğe bürünen ve terk edilmiş gibi görünen şehrin aksine balık kokusuyla çılgına dönen martıların çığlıkları, gemileri sefere hazırlamak için koşuşturan tayfaların bağırışmaları, yük taşıyan araçların uğultusu ile harmanlanmış çok sesli bir orkestra karşıladı onları. Sanki virüs buraya hiç uğramamıştı. Her şey eskiden olduğu gibiydi.

          Hareketliliğinden yola çıkmaya hazırlandığını tahmin ettikleri büyük bir gemiye doğru ilerlediler. İri yarı, sakallı bir adamın soru dolu bakışlarına Aiko "Kaptan nerede? Onunla görüşmemiz gerek." diye cevap verdi. Adam, başıyla geminin arka kısmını işaret etti, orada duran esmer ve uzun boylu adam çevresindekilere emirler yağdırıyordu. Aiko kendinden emin adımlarla adama yaklaştı. "Kaptan?" Kaptan sözünün kesilmesinden öfkelenerek döndü. "Ne sallanıyorsunuz hala? Hı?" Karşısında duran zayıf, çekik gözlü, uzun saçlı kibar kızla esmer adamı süzdü. İlgisiz ve huysuz bir tavırla kollarını kovuşturarak "Ne istiyorsunuz? Kaptan benim." dedi.

          Aiko, sözcükleri tane tane vurgulayarak "Sevgilimle ben ailemin yanına gitmeliyiz, kendilerinden bir süredir haber alamadık, çok endişeleniyoruz. Annem çok yaşlı, babam da rahatsız. Yanlarında da hiç kimse yok. Biz buraya seyahat için gelmiştik, virüs nedeniyle bu şehirde kısıldık kaldık. Maalesef bu şartlarda bir yere gidemiyoruz." Gözlerini gemide gezdirerek "Sizin yola çıkacağınızı anlıyorum, şansımızı denemek istedik." dedi ve çabucak ekledi "Ailemin bana ihtiyacı var, tabii belli bir ücret karşılığında, bizi gittiğiniz yere kadar götürürseniz size çok minnettar olacağım." Endişeli gözlerini heyecanını bastırmaya gayret ederek adama dikti. Adam kaba bir ifadeyle ikisini de süzdü, doğru söyleyip söylemediklerini anlamaya çalışır gibiydi, bir adama bir kadına baktı, sonra başını kaşıdı. "İstediğim ücreti verirseniz neden olmasın?" dedi umursamazca sırıtarak.

          Aiko telaşla ekledi. "Bizi gittiğiniz yere kadar götürürsünüz, sonra biz bir şekilde yolumuza devam eder, ailemize ulaşırız." dedi ve Can'a bakarak gülümsedi. 

          Aiko ve Can, kendilerine gösterilen kamaraya yerleştiler, zaten iki ufak sırt çantasından başka bir eşyaları da yoktu. Gemi az sonra hareket edince ikisi de birbirlerine belli etmeseler de tuttukları nefeslerini salıverdiler. Sonunda Singapur'dan ayrılıyorlardı.

          Geminin hareketini ilan eden düdüğüyle başlayan yolculuğun rast gitmesini umuyorlardı. İkisi de gemide dolaşıp dikkat çekmekten kaçındıklarından ve maruz kalacakları soruları yanıtlarken uydurdukları öyküde açık vereceklerinden korktukları için bu küçücük odada tıkılıp kalmışlardı. Kamarada pek bir konfor yoktu: bir ranza, bir dolap ve bir banyo; hepi topu buydu işte.

SALGIN (Devam Ediyor.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin