Uzun, beyaz koridorlar hiç bitmeyecek bir labirent gibi gelmeye başlamıştı kaçaklara. Arada bir gördükleri kapılar retina giriş güvenliğiyle korunuyordu. Tek yapabilecekleri şey, koşmaktı. Hiç kimse yoktu, tek bir ses, tek bir hareket... İn cin top atıyordu, garip ama anlaşılır bir durumdu bu. Laboratuvar öyle güzel kamufle edilmişti ki yerini kimsenin bulamayacağından emin oldukları için belli noktalara koruma yerleştirmişlerdi, bilim insanları da mesai saatleri dolduğu için evlerine gitmiş olmalıydılar. Kendilerini hiç alışık olmadıkları yabancı bir dünyada kaybolmuş gibi hissetmeye başlamışlardı. Sanki devasa bir kısır döngü içinde dolaşıp duruyor ve hep başlangıç noktasına geliyorlardı. Her attıkları adımda sensörler aracılığıyla aydınlanan koridorlar, sanki hep birbirine benziyordu.
Aiko hala arada bir sendeliyordu ama Can onun elini sımsıkı kavrıyor, fısıltıyla "Hadi az kaldı." diye cesaretlendiriyor, koşmaya zorluyordu kızı. Aiko var gücüyle Can'a ayak uydurmaya çalışıyordu. Bu cehennemden bir çıkış yolu bulmak için uğraşıyorlardı, yer yer çaresizliğe yenik düşen bir umutla.
Birden kapanan sert bir kapı sesiyle duraksadılar. "Evet efendim, şimdi John'a bakmaya gidiyorum." Bir an birbirlerine korku dolu gözlerle baktılar, sonra hızlıca etrafı gözden geçirdiler, sığınacak bir dolap, açık bir kapı aradılar. Aiko şansını denemek için iki metre ilerideki kapıya koştu, kapıyı ittirdi ve mucize eseri kapı açıldı. Kapıyı kilitlemeyi unutan dalgın çalışana teşekkür ederek hızla içeri daldılar. İçerisi karanlıktı. Kapının dibinde yere çöküp beklediler. Nefes alışverişleri hızlanmıştı. Kapının önünden ağır ağır geçen tok adım sesleri işittiler. Çıt çıkarmaya korkarak, birbirlerine sokularak beklediler. Çok uzunmuş gibi gelen kısa bir süre beklediler. Sonra Can, tereddütle, usul usul kafasını kaldırdı, camdan baktı, hiçbir şey göremedi. Hadi, der gibi bir baş işareti yaptı Aiko'ya, kapıyı usulca araladılar. On beş metre ileride, iri yarı, takım elbiseli bir adam, sağa sola eğilerek, yavaş yavaş yürüyordu. Sonra sola döndü, gözden kayboldu. Ayağa kalktılar, ses çıkarmamaya çalışarak ve sık sık arkalarına bakarak yürümeye devam ettiler. Bu laboratuvarın bir çıkışı olmalıydı ama nerede? Binanın planlarını bulmak için zamanları yoktu, bu tedbirsizlikleri ve ihmalkarlıkları onlara pahalıya mal olabilirdi. Aiko içgüdüsel bir hareketle Can'ı çekiştirdi, sağa saptılar, ileride mutfak tabelası vardı, umutla birbirlerine baktılar: Mutfağın her zaman bir çıkışı olurdu.
Kapıyı temkinli bir hareketle ittirdi Can, içerisi dar ve havasızdı, pişirilen yemeklerin kokusu ve buharı görünmez bir el gibi boğazlarına yapıştı, davetkar baharatların büyüsüyle istemsizce yutkundular, dünden beri aç olan mideleri guruldamaya başlamıştı ama bu çağrıya kulak tıkayarak yürümeye devam ettiler. Mutfağın sonunda ufak, eski bir kapı daha vardı, ya kiler gibi bir mekana ya da sokağa açılan bir kapı olmalıydı bu. Zayıf bir umutla adımlarını hızlandırdılar, kurtuluş bu kadar yakın olabilirdi ama kurtulmak kolay mıydı? Kapı kilitliydi, Can elinde eğreti bir şekilde taşıdığı emanet silahın kabzasıyla sertçe vurdu kilide, olmadı, bir daha denedi, tüm gücüyle vurdu, kilit açıldı. Aiko sürekli arkalarını kontrol ediyordu. Ürkerek kapıyı ittirdiler, gecenin serin havası yüzlerine bir dost eli gibi dokundu, gülümsediler ve sokağa adımlarını attılar. Dar, çöp kutularının dolup taştığı, sokak kedilerinin yemek artıklarını didiklediği, karanlık ve çıkmaz bir sokaktı burası. Sokağın çıkışına yöneldiler, koşmaya devam ettiler, ana cadde ışıklarıyla sardı sarmaladı onları. Hanidir tuttukları soluklarını bıraktılar. Can etrafı kolaçan ederek çaktırmadan silahı beline soktu, ceketini beceriksizce düzeltti. Maskeli, eldivenli insanlar gözleri yerde, aceleyle bir yerlere yetişmeye çalışıyordu, kimse onları fark etmemişti.
Şehirler dev bir laboratuvar gibiydi aylardır; herkes maskeli, eldivenli ve izole yaşamaya alışmıştı antiseptik ve dezenfektan kokan bu "yeni dünya"da. Sakin davranmaya ve dikkat çekmemeye çalışarak yürüdüler.
Aiko, kendini çabuk toparlamıştı, oldukça endişesiz ve sakin görünüyordu, cebinden çıkardığı telefonuna bir şeyler yazdı, başıyla kuzeyi işaret etti "Bu taraftan." dedi. "Burada yaşayan bir internet arkadaşım var, Kwek, onunla uzun süredir yazışıyoruz, kendisi profesör, bana çalışmamda yardımcı oluyordu, veri paylaşımı gibi şeyler işte, bilirsin. Bize buradan çıkmamızda yol gösterebilir." Bir yandan da arkadaşına mesaj atıyordu. Can sessizce onayladı onu, bomboş sokaklarda fazlasıyla dikkat çektiklerini düşünüyordu, sanki ortalıkta gezindikleri her an silahlı adamlar çevrelerini saracak gibi hissediyordu ama gölgelere saklanarak yollarına devam etmekten başka yapacak bir şeyleri yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN (Devam Ediyor.)
Science Fictionİnsanlık tarihi boyunca pek çok salgın hastalık yaşandı. Ama hiçbiri 21. yüzyılda tüm dünyayı derinden etkileyen, insanların yaşamını sarsan, dengeleri alt üst eden salgın gibi bilim otoritelerini yıkmadı. Milyonlarca insan acı çekerek hayatını kay...