XI ERGUVAN MORU

29 3 0
                                    


           Zaman kavramı sonsuz beyazlığın delirtici derinliğinde giderek silikleşti. Sadece arada sırada kapının boşluğundan uzatılan tatsız yemek, bir işaret oldu tutsaklar için. Günleri yemek saatleriyle ölçmeye çalışırken ipin ucunu iyiden iyiye kaçırdılar. Kaç gündür burada tutulduklarını anlayamıyorlar, sadece uykuları geldiğinde ya da bu kör edici beyazlık gözlerini iyice yorduğunda bir köşeye kıvrılarak zorlukla da olsa uyumaya çalışıyorlar, onlara verilen yemekleri iştahsızca yiyorlar, birbirleriyle hiç konuşmadan öylece oturuyorlardı. Çıldırtıcı bir durumdu. İşkenceden farksızdı. Pes etmelerine ramak kalmıştı.

          Bu kadar önemli bir dönemde her şeyi değiştirebilecekken, tüm insanlığa müjdeli haberi vermişken, hiç kimse hatta kendileri bile nerede olduklarını bilmiyordu. Böyle elleri kolları bağlı beklemek çok zordu. Bu hiçliğin ortasında kaybolmuş gibiydiler.

          Ellerini inceledi Can, esmer yüzünde umutsuz bir ifadeyle. Annesi, ellerine baktığında seni birisi anmıştır derdi hep, kim anmış olabilirdi ki onu, bunca kayıp zamandan sonra? Kim hatırlamıştı? Hele ki bu yaşadıklarını çevresindeki kimse tahmin bile edemezdi. Gözlerini yumdu, renkleri düşünmeye çalıştı hiçliği yırtmak, parçalamak istercesine. Mor her zaman en sevdiği renk olmuştu Can'ın. Arzuydu, bereketti mor, zerafetti. Can en çok morla ifade etmişti duygularını. Mor çiçekler hayal etti, lavanta kokusu çarptı burnuna, elleri kadifemsi yapraklara değerken kocaman bir lavanta tarlasında yürüdüğünü düşündü, sonsuz bir huzurla doldu yüreği, sakinleşti. Bu an, hiç bitmesin istedi. Gözlerini açmaktan, o beyaz körlüğün içine düşmekten, renkleri yitirmekten çok korkuyordu.

          Omzunda hissettiği elin sıkıca kavrayışıyla vazgeçti mor rüyasından, Aiko'ydu, endişeli görünüyordu, gözleri kıpkırmızıydı. "Can, daha ne kadar burada bekleyeceğiz? Ne kadar tutsak edileceğiz? Zamanı ölçemiyorum, tek gördüğüm beyazlık. Aklımı kaçırmak üzereyim. Konuşamıyorum, düşünemiyorum, uyuyamıyorum. Korkunç bir işkence bu!" Dudakları ağlamak istercesine kıvrıldı, gözlerinden bir damla yaş süzüldü yanaklarına, Can ne diyeceğini bilemedi, ağlayan bir kadına ne söylenebilirdi ki; Sergei ve Boris de yaklaştı yanlarına. İkisi de bitkin görünüyordu, gözlerini çevreleyen mor halkalar durumun vehametini ortaya koyuyordu. "Bir şeyler yapmalıyız, hayatımın kalanını burada geçirmek istemiyorum." dedi isyanla Sergei. Boris de katıldı ona, ama konuşacak mecali bile kalmamıştı, başını sallamakla yetindi.

          Can birden kendini bu ekibin lideri gibi hissetti, tüm sorumluluk onda mıydı yani, ne yapabilirdi, fazlaca seçenekleri yoktu ki, boğazını temizledi. "Bay Juno, bizi konuk olarak tuttuğunu söyledi ama bu durum aklı başında bir insan için işkenceden farksız. Onunla bir görüşme talep edeceğim." dedi ve kararlı adımlarla kapıya yöneldi, seslendi. "Beni duyuyor musunuz? Bay Juno ile görüşmek istiyorum!"

          Kapı saniyeler içinde açıldı ve pek de dostane olmayan bir biçimde Bay Juno'nun çalışma odasına götürüldü. Juno, masanın başında bir dosyaya eğilmiş çalışıyordu. Karşısında Can'ı görünce ilgiyle ona baktı, arkasına yaslandı. "Benimle mi görüşmek istediniz?" dedi. Can onun karşısında ayakta duruyor, ne yapacağını kestiremiyordu, hala bir planı yoktu ki, dostlarının serzenişlerine dayanamamış, fevri bir kararla buraya gelmişti. Etrafına bakındı, tavana kadar uzanan kitaplar düzenli bir şekilde dizilmişti, merakla kitapları inceledi, kitaplar her zaman ona karşısındaki kişinin aslında kim olduğunu ifşa eden bir anahtar olmuştu, görebildiği kadarıyla bilimsel ve tarihi kitaplar ağırlıktaydı, derin bir soluk alarak gözlerini Juno'ya dikti. Juno sabırsız bir tavırla "Oturun lütfen." diye karşısındaki koltuğu gösterdi. Can kendine güvenen bir eda takınmaya çalışarak oturdu. Bu adama sağlam bir öykü anlatması gerekiyordu, ciddi bir yüz ifadesi takınarak Juno'yu süzdü. Çaresiz olduklarını anladığı anda bu saçma sapan oyun biterdi. Ellerinde bir koz olduğunu sanıyordu madem, öyle sanmaya devam etmeliydi.

SALGIN (Devam Ediyor.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin