Tutsaklar ite kaka evin bodrumundaki tek kişilik hücrelerine götürüldü. Kapkaranlık hücre dardı, kıpırdayacak yer yoktu. Can nefes alamadığını hissetti, sakinleşmeye çalıştı, klostrofobik ortamlar oldum olası onu boğardı. Derin derin nefes aldı. Aiko'ya seslendi onun yan hücrede olduğunu tahmin ederek, cevap alamadı. Bir an karamsarlığa kapıldı, yapayalnızdı burada, içinde yükselen panik duygusu onu ele geçirmeye başlamıştı, soluk soluğa kalmıştı, sonra Aiko'nun zayıf sesini duydu. "Merak etme Can, ben iyiyim. Sen nasılsın?" Can boğazında düğümlenen endişeyi savmak istercesine yüksek sesle "İyiyim Aiko." dedi. Bir yandan da bu hücreden kurtulmanın yolunu arıyordu, zifiri karanlıkta el yordamıyla çevresini algılamaya çalıştı, oda dört duvardan ibaret gibiydi. "Buradan kurtulmanın bir yolu var mı sence?" diye sordu umutsuzca. Aiko biraz sonra cevap verdi. "Yok gibi görünüyor. Bekleyelim bakalım, Juno ne düşünüyor anlayalım." dedi.
Can nefesi iyice tıkanarak "Aiko, nefes alamıyorum ben." dedi güçlükle. Aiko aniden "Yardım edin lütfen, Can nefes alamıyor, klostrofobisi var, lütfen, yardım edin." diye var gücüyle bağırmaya başladı. Kısa bir süre sonra iri yarı adamlar kapıyı açtı, kesik kesik soluyan Can'ı pelte gibi sürükleyerek daha geniş bir odaya taşıdı. Bu oda bembeyazdı, laboratuvarı andırıyordu, Can uğuldayan başını ve tıkanan nefesini görmezden gelmeye çalıştı, kendisini hücreden çıkartan Juno'nun onları öldürmek istemediğini kavradı, biraz rahatladı, şimdilik herkes güvendeydi. Adam sadece bilgi almak istiyordu, belki durumu idare edebilir, arkadaşlarını kurtarabilirdi. Yere diz çökmüş halde bir eli zemine dayalı, bir eli göğsünde derin derin nefes almaya çalışırken odaya Juno'nun girdiğini fark etti.
Juno halden anlar bir tavırla birkaç saniye bekledi sonra hiç beklemediği kadar yumuşak ve babacan bir sesle "Can, iyi misin? Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu. Can zorlukla "İyiyim Bay Juno, dar alanlarda nefes alamıyorum sadece. Birazdan düzelir." dedi. Juno kibarca gülümsedi. Can onun kendilerine zarar vermek istemediğinden iyice emin oldu, daha da rahatladı. "Teşekkür ederim, beni oradan çıkardınız, nefesim tıkanmıştı." dedi kısık bir sesle. Juno "Ben sizi gayet iyi anlıyorum Bay Can, benim oğlum astım hastası. Bu atakları iyi biliyorum." dedi. Can'ın içi ısındı Juno'ya ama temkinli olmak zorunda olduğunun da farkındaydı. Neticede onları buraya yaka paça sürükleyen Juno'nun adamlarıydı, bu adamlar günlerce onları takip etmişti, bu iyi niyetli bir hareket olamazdı. Yine de Juno ile yakınlaşmanın tek yolu bu rahatsızlığı kullanmaktı.
Yüreği o masum çocuk için burkuldu. "Bay Juno, oğlunuzun hastalığına gerçekten üzüldüm. Fakat sizin oğlunuz olmak ona daha fazla tedavi şansı sağlamıştır diye düşünüyorum, umarım en kısa zamanda iyileşir." dedi. Juno, ellerini kavuşturarak kederli bir yüz ifadesiyle "Maalesef Bay Can, astımın tedavisi henüz bulunmadı, sadece ataklar kontrol altına alınabiliyor. Ama laboratuvarlarda yüzlerce bilim insanı bunun için çalışıyor. Takdir edersiniz ki biricik oğlumun hayatı, sağlığı ve güvenliği benim için her şeyden daha önemli."
Bir an sustu, gözleri uzaklara daldı. Gülümsedi, Can'a döndü. "Ona daha iyi bir dünya bırakmak istiyorum, güçlü olduğu, sağlığına kavuştuğu bir dünya. Bunun için sizden bilgi almaya ihtiyacım var." Gözlerini Can'a dikti, Can rahatsız oldu bu buz gibi bakışlardan. Bu adamın ani duygu geçişleri şok etkisi yaratıyordu. Ne diyeceğini bilemedi, bocaladı. Sonra boğazını temizleyerek "Sizi anlıyorum. Ama ne biliyorsak zaten size söyledik. Bizi tutsak etmeniz bir işe yaramayacak çünkü daha fazlasını gerçekten bilmiyoruz. Size karşı dürüst olduk Bay Juno, keşke oğlunuz için daha fazlasını yapabilseydim." dedi hüzünle.
Juno bir an duygularını ele vermeyen bir ifade takındı, Can endişeyle bekledi. Juno'nun gelgitlerini az çok kavramıştı, adam ruh hastasıydı, ne yapacağı belli değildi. Yumuşayan yüz ifadesine şaşırdı. "Peki Can, size inanıyorum. Ama belki de arkadaşlarınız daha fazlasını biliyordur." Can'a döndü, dostça "Mesela şu Aiko, bence söylediğinden daha fazlasını biliyor, adamlarım onu farklı yöntemlerle konuşturabilir, hepsi bu konuda eğitimli, profesyonel askerler. Sizse gördüğüm kadarıyla sadece bilim insanlarısınız, savaşmaktan hiç anlamıyorsunuz. Ömrünüz laboratuvarlarda geçmiş."
Can donakaldı, bu adam Aiko'ya işkence mi edecekti? Juno arkasını döndü. "Bu inat niçin, anlamıyorum!" Histeri krizine girmiş gibi sesi birden yükseldi. "Neden bildiklerinizi söylemiyorsunuz? Eminim, daha fazlasını biliyorsunuz! Bu güven nereden kaynaklanıyor? Neye güveniyorsunuz, arkanızda gizli bir örgüt mü var?"
Can içinden işte yine döndük dolaştık örgüte geldik, bu adam bizim yalnız başımıza hareket ettiğimize nedense inanmıyor, belki de bu noktaya kadar gelmemizi sindiremiyor, sonuçta onların elinde tonlarca adam, para ve silah, yani güç var; bizde ise hiçbir şey yok, tabii zekamızı, bilgimizi ve cesaretimizi saymazsak, diye düşündü. Ama konuşmak için biraz düşündü, söyleyeceği şeyler hayati önem taşıyordu, hem kendisi hem de dostları için. "Bay Juno, size daha önce ne söylediysek doğrudur. Biz sadece bilim insanlarıyız, Boris ve Sergei'nin hiç suçu yok, neyin içinde olduklarının farkında bile değiller." dedi en azından Boris ve Sergei'i kurtarma umuduyla.
Juno delici bakışlarını Can'a dikti, söylediklerini tarttı. Yumuşak bir sesle "Peki, size inanıyorum, siz ve arkadaşlarınız konuğumuzsunuz." dedi, Can az da olsa umutlandı. "Ama bir şey hatırlarsanız, bizimle paylaşmak isterseniz konuşacaksınız, anlaştık mı?" dedi. Can hevesle "Anlaştık Bay Juno, ne biliyorsak, ne hatırlıyorsak size söyleyeceğiz." dedi.
Aniden ortaya çıkan iri yarı adamlar Can'ı nazikçe bir odaya götürdü, bomboş ve bembeyaz bir odaydı burası, ne bir eşya vardı ne de başka bir şey. Delirtici bir yalnızlık hissetti, umarım bu hiçliğin ortasında aklımı kaçırmam diye düşünürken Aiko, Sergei ve Boris de getirildi yanına. Biraz rahatladı, herkes yine bir aradaydı. "Herkes iyi mi? Bay Juno, her şeyi dürüstçe söylediğimize inandığı için bizi konuk olarak kabul etti ve bu odaya getirtti." dedi birilerinin onları dinlediği şüphesiyle. Aiko alelacele atıldı "Evet, hepimiz iyiyiz merak etme, Can." dedi soru sorar bir tonlamayla. Can rahatladı, en azından daracık bir hücrede, karanlıkta yapayalnız değildi, evet, bu bitmez tükenmez görünen beyazlık yorucuydu ama birlikteydiler. Sergei nasıl bir belaya bulaştığını sorgular gibiydi ama Boris son derece rahat görünüyordu. "Evet Can, iyiyiz." dedi babacan bir tavırla.
Aslında dinlendiklerini düşündükleri bir ortamda konuşup bir plan yapmaları çok zordu, açıkçası bu durumdan nasıl kurtulacaklarını bilemiyorlardı. Sergei her ne kadar aralarına sonradan katılsa da durumun ciddiyetinin farkındaydı. Elinden geldiğince ekibe uyum göstermeye çalışıyordu.
Oturup beklemeye başladılar. Bu derin beyazlık çok ürkütücüydü. Tek tesellileri birlikte olmalarıydı. Ne kadar zaman geçtiğini anlayamıyorlardı, gün mü, ay mı, yoksa sadece dakikalar mı? Arada bir kapıdan onlara uzatılan yiyecekler, aç hissetmeseler de karınlarını doyurma zamanı geldiğini hatırlatıyordu. Zaman kavramını iyiden iyiye kaybetmişlerdi. Juno onları bu derin beyazlıkta tutsak ederek çözülmelerini sağlamak istiyordu, ama Can bu oyuna pabuç bırakmayacaktı. Sürekli hedeflerini düşünüp kendini motive etmeye çalışıyor, arkadaşlarına telkinde bulunuyordu.
En önemli şey çözülmemekti. Aiko konuşmazdı, bundan emindi, ne kadar zorlasalar da kimseyi satmazdı, üniversite hocasını söylememişti örneğin, adam ya da kadın sağ mı ölü mü hiç düşünmemiş, bilmiyorum deyip çıkmıştı işin içinden. Evet, ona sonuna dek güvenebilirdi, ama Boris? Şüphe götürürdü. Boris kafasını kurcalıyordu, açıkçası ona hiç güvenmiyordu. Bu adama oldum olası ısınamamıştı, nedenini kavrayamıyordu ama bu adamın ilk fırsatta öteceğinden emindi, üstelik ona –neredeyse- her şeyi anlatmışlardı. Sergei zaten pek bir şey bilmiyordu, konuşsa da pek bir anlamı yoktu, etkisiz elemandı yani.
Gözünü Boris'in üzerinden ayırmadan, zamanını buradan kaçmak ve durumu çözmek için plan yapmaya ayırdı. Aiko'nun da aynı şeyi yaptığını hissediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN (Devam Ediyor.)
Science Fictionİnsanlık tarihi boyunca pek çok salgın hastalık yaşandı. Ama hiçbiri 21. yüzyılda tüm dünyayı derinden etkileyen, insanların yaşamını sarsan, dengeleri alt üst eden salgın gibi bilim otoritelerini yıkmadı. Milyonlarca insan acı çekerek hayatını kay...