Juno, Can'la yaptıkları konuşmadan gayet memnundu. "İstersen, akşam yemeğinde devam edelim sohbetimize, ne dersin?" dedi. Haklıydı, karnının acıktığını fark etti Can, saatin kaç olduğunu bilmiyordu, hoş burada saatler anlamını yitirmişti ama midesi gurulduyordu ne kadar göz ardı etmeye çalışsa da. Onlar için hazırlanmış mükellef sofraya oturduklarında iştahla tabağındakileri yemeye koyuldu, bir süre konuşmadılar, öyle aç hissediyordu ki sanki günlerdir yemek yememişti, aç kurtlar gibi sildi süpürdü tabağındakileri, yemekler çok lezzetliydi. Karnı doyunca Juno'ya utangaç bir ifadeyle baktı. "Çok acıkmışım, farkında değildim." dedi.
Juno babacan bir edayla başını salladı. "Lütfen rahat davranın, son zamanlarda bitkin düştünüz." İçkisinden bir yudum aldı. Kaşlarını kaldırarak "Kafanızda pek çok soru olduğunu anlıyorum Bay Can, ne isterseniz bana sorabilirsiniz, elimden geldiğince sizi yanıtlayacağım." dedi.
Can bir an duraksadı, nereden başlayacağını bilemiyordu. Doğru soruları sormak, düşmanı tanımak anlamına geliyordu. Düşüncelerini toparladı. "Bay Juno, bu örgüt tam olarak nedir, ne kadar yaygındır, hangi hükumetle ya da güçle ortak çalışıyor?"
Juno bu soruyu sınavda bildiği yerden soru gelen öğrenci rahatlığıyla duraksamadan cevapladı. "Bizler, yüzyıllardır insanlığın iyiliği ve devamı için çalışıyoruz, ailelerimizden miras aldık örgütü, daha da güçlendirmeye, genişletmeye, bilim ve teknolojideki gelişmelerle etkinliğini arttırmaya çalıştık. Kadim bir gelenek olarak çocuklarımıza bırakacağız, dünya var oldukça bu örgüt de ama gizli ama aşikar çalışmaya, var olmaya devam edecek, bu yadsınamaz bir gerçek. Yüzyıllar boyunca bazı dönemlerde saklanmak zorunda kaldık, bazı dönemlerde yönetimde etkili olduk, öyle ya da böyle hep varlığımızı sürdürdük. Çok köklü bir tarihten bahsediyorum size, aklınızın alamayacağı kadar uzun bir geçmişe dayanıyor. Tüm dünyada söz sahibiyiz, her zaman öyle olduk. Hiçbir hükumetle ortak çalışmadık, çalışmayız da ama siyasilerle iş birliği yaptık çünkü ülkelerin kaderi siyasilere bağlı. Biz siyaset üstüyüz, dünyayı yönetiyoruz, dilediğimiz siyasetçileri iktidara getirir, dilediğimizi sahneden sileriz." Sözlerinin gücünü ölçmek istercesine Can'ı süzdü. Can yüzünde derin bir şaşkınlıkla dinliyordu onu. Bu kadar büyük ve köklü bir örgütü aklı havsalası almıyordu. Ürkmüştü. Hangi örgütten bahsediyordu bu adam?
Juno biraz da Can'ı konuşturmak istedi. "Şu Yediler'den biraz bahseder misin?" Can birden bu yalana nasıl devam edeceğini, bu adamı nasıl inandıracağını tarttı, kendine pek güvenemedi ama konuşmak zorundaydı, zaman kazanmak için kadehinden bir yudum daha aldı, cesarete ihtiyacı vardı. "Size daha önce söylediğim gibi pandemi döneminde tanıştım onlarla internet ortamında, zaten evden de çıkamıyorduk, komplo teorilerini okumak zaman geçirmemi sağlıyordu, iddiaları mantıklı geldi, ben de yorum olarak bir şeyler yazdım sonra bana ulaştılar, benim gibi mantıklı bilim insanlarına ihtiyaçları olduğunu söylediler, başlangıçta bunu sadece sanal alemde klavye kahramanlığı yapmak gibi bir şey sandım, işin bu kadar ciddileşeceğini tahmin edemedim. Laboratuvardan bahsettiklerinde üniversite yıllarından tanıdığım Aiko geldi aklıma, alanında gayet başarılıydı, bana yardımı dokunabilirdi, onunla irtibat kurdum. Yolculuğumuz böyle başladı, sonrasını zaten biliyorsunuz. Açıkçası Yediler'le ilgili çok fazla bilgim yok çünkü öyle gizli bir yapılanma vardı ki ben sadece bir kişiyle eposta vasıtasıyla irtibat kuruyordum, üstelik her eposta okunduktan sonra silinmek zorundaydı güvenlik önlemi olarak. Yolculuğa çıkmam gerektiğini bildiren epostayı aldığımda tüm dünyayı bu salgından kurtaran kişi olma fikri hoşuma gitti, bilirsiniz, biz Türklerin genlerinde kahraman olma arzusu vardır. Sonunu pek fazla düşünmedim. Sonra olaylar gelişti, Boris ve Sergei ile yollarımız kesişti. Hiçbirinin bu örgütten haberi yok." Juno ilgiyle dinliyordu onu, oltaya gelmiş gibi görünüyordu.
Daha fazla konuşursa toparlayamayacağını hissetti, açık vermekten korkuyordu, sustu. Juno sorgulamaya devam etti. "Peki, Singapur'da nerede kaldınız?" Can tereddüt etti, sonra dürüst davranmaya karar verdi. "Laboratuvardan şans eseri çıktık, sokaklarda amaçsızca dolaşırken Aiko internetten yazıştığı bir bilim adamından bahsetti, ona projelerinde yardımcı olmuş, bize evini açabileceğini söyledi. O adamın da hiçbir şeyden haberi yoktu, zaten orada bir gece kaldık, dinlendik, ertesi gün hemen ayrıldık, zaman daralıyordu."
Juno duygularını ele vermeyen düz bir sesle sordu. "Bu adam hiçbir şey sormadı mı size?" Can hızlıca cevapladı. "Aslında sordu ama biz ona bir şey anlatmadık, zaten ortada anlatacak bir şey de yoktu, pandemi başladığında tesadüfen Singapur'da bulunduğumuzu söyledik." dedi. Juno pek ikna olmamış gibiydi. "Peki, gemiyi nasıl buldunuz?" Can devam etti. "Ülkeden çıkmanın tek yolu deniz yoluydu, malum hava yolları kapalı, kara yolu da çok uzun sürecekti, oysa vaktimiz azdı, limana gittik, tesadüfen yola çıkma hazırlığı yapan bir gemiye rastladık, kaptanla konuştuk, sevgili olduğumuzu, Aiko'nun yaşlı anne babasını merak ettiğini filan söyledik, adam bize acıdı, gemisine aldı, tabii ücretini de fazlasıyla ödedik, Rusya'ya bu şekilde ulaştık."
Juno sessizce dinliyordu. "Gemide ne yapacağımızı düşünürken Boris'in makalelerini gördük, belki yardımı olur diye Boris'e eposta attık, onunla buluştuk, o da iddialarımızı internette yayımlamak için bizi Sergei'e götürdü. Sonra neye uğradığımızı anlayamadan sizin yanınıza getirildik." dedi. Can –kısmen- doğruyu söylerse daha inandırıcı olacağını düşünmüştü.
Juno "Peki, örgütle hiç bağlantıya geçmedin mi?" diye sordu. Can "Bana görevim gönderildiğinde başarısız olursam sessiz kalmam isteniyordu. Zaten başarılı olduğumda bunu tüm dünya öğrenecekti, gizliliğe de gerek kalmayacaktı. Görev esnasında, ne olursa olsun onlarla irtibata geçmem yasaktı, tüm sorumluluk sadece bendeydi. Benim gibi birkaç kişi daha bu göreve gönderilmiştir diye tahmin ediyorum çünkü bu görev, amatör birine emanet edilemeyecek kadar önemliydi. Ama onların kim olduğuna ya da nerede bulunduğuna dair bir fikrim yok maalesef. Belki yanlış iz sürmüşlerdir, belki de çoktan ölmüşlerdir." dedi. Sonra Juno'yu biraz endişelendirmek istedi. "Belki bu görev dışında başka görevler de vardır, örgütün harekat planını tam anlamıyla bilmiyorum." dedi.
Juno, tatminkar bir gülümseyişle "Bana karşı açık ve dürüst olduğun için teşekkür ederim. Artık her şey kafamda daha net. Anladığım kadarıyla bu Yediler grubu biraz amatör, senin gibi askeri eğitim almamış birine güvenip seni yola çıkardıklarına göre; sanırım birden fazla kişiyi bu göreve göndermişlerdir, üstelik birbirinizden de haberiniz yok. Merkezlerinin Türkiye olduğunu anlıyorum, neyse ki Türkiye üçüncü dünya ülkesi, bize ayak bağı olacaklarını zannetmiyorum. Bu olayın tek iyi tarafı seni tanımış olmam, yeni bir yoldaş kazanmam. Eh, hadi buna kadeh kaldırılır." dedi gözleri parlayarak. Can da ona eşlik etti, ülkesinin üçüncü dünya ülkesi sayılmasından rahatsız olsa da belli etmedi, kadehlerinden birer yudum daha aldılar. Sohbet ederken saat geç olmuştu. Can'ın esnediğini fark eden Juno "Artık dinlenelim." dedi. Onun bu talimatıyla yanlarında beliren adamlar saygıyla Can'a yol gösterdiler. Can rahat ve konforlu bir odaya götürüldü, artık ona tutsak gibi davranılmıyordu, odada banyo bile mevcuttu, banyo yaptı, tıraş oldu, uzun zaman sonra huzurlu bir uyku uyudu. Buna çok ihtiyacı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN (Devam Ediyor.)
Science Fictionİnsanlık tarihi boyunca pek çok salgın hastalık yaşandı. Ama hiçbiri 21. yüzyılda tüm dünyayı derinden etkileyen, insanların yaşamını sarsan, dengeleri alt üst eden salgın gibi bilim otoritelerini yıkmadı. Milyonlarca insan acı çekerek hayatını kay...