XII DAĞ PEMBESİ

27 4 1
                                    


          Juno, sonunda zafer kazanmış bir komutan edasıyla Can'ı dinlemek için deri koltuğuna oturdu. Can cesaretini toplamak için gözlerini kapattı, memleketinde dağlarda açan, minik, pembe ve narin bahar çiçeklerini düşündü; öylesine kırılgan bir umutla başladı konuşmaya. Herkes merakla ona bakıyordu.

          "Aslında her şey Türkiye'de başladı, bu salgın patlak verdiğinde evime çekildim ben de aklı başında olan herkes gibi... Bir yandan da internetten sürekli gelişmeleri takip ediyor, araştırmaları inceliyor, bilimsel tartışmalara katılıyordum. Bir gün tartışma platformunda yazdıklarımdan sonra benimle iletişime geçtiler, salgını durdurabileceklerini söylediler, benim gibi bilim insanlarına ihtiyaçları varmış, başlangıçta şüpheyle yaklaştım tabii, örgüt sözcüğü bile insanda tuhaf çağrışımlar yapıyor malum, ama bilimsel temellere dayanan bir kuruluştu, onlarla konuşmaya devam ettikçe söylediklerine hak verdim, salgını durdurmak her bilim insanı gibi benim de hayalimdi, belki çaresizdim, belki kafam karışıktı, belki evde elim kolum bağlı oturmaktan bunalmıştım, bilemiyorum, sonuçta bir şeylere inanmak istedim, inandım. Onlara katıldım, bir yemin ettim, elimden ne gelirse yapacaktım. Ben sadece bilim insanıyım, dolayısıyla bir laboratuvarda tedavi araştırmalarına katkıda bulunacağımı sanıyordum. Gerekirse bu uğurda gece gündüz çalışacaktım ancak ülkeler arasında gizli yollardan geçiş yapmak, silahların ortasında kalmak, masum insanların canını hiçe saymak için söz vermedim ben; Aiko, Boris ve Sergei örgütten habersiz, onlar sadece kurban. Bunu onlara yapamam Bay Juno, onları bırakmalısınız ya da en azından daha insani koşullarda yaşamalarını temin etmelisiniz. Çünkü hiçbir şeyle ilgileri yok, onları ben kandırdım. Acı ama gerçek." Sözünün burasında durup pişmanlıkla arkadaşlarına baktı.

          Aiko hemen anladı ki Can doğruyu söylemiyor, bunca zamandır tanıdığı Can öyle yapay bir edayla konuşuyordu ki sözlerinin doğru olmadığını hemen anladı, gülümsemek istedi ama bu oyunu inandırıcı kılmak zorundaydı, rolünü benimsedi, kızgın bir ses tonuyla "Ne yani Can, hepimizi kandırdın mı? Bunca zamandır bana yalan mı söyledin? İnsanlık için gerçekleri haykırmak değil miydi amacın? Bir örgüt mü? Biz ne idüğü belirsiz bir örgüt için mi bunca çabaladık? Nasıl bu kadar saf olabilirsin? Nerede benim tanıdığım, bilime gönül veren Can? Sen laboratuvarda olmalısın, senin işin bu! Silahlı adamların arasında değil! Nasıl kabul ettin bu adamların bilimle ilgisi olduğunu? İnanamıyorum sana!" diye çıkıştı yumruklarını sıkarak. Bir yandan da Can'ın onu anladığını umuyordu.

          Boris de sinirlenmişti. "Seni virüse çare arayan bir bilim insanı sanmıştım. Bizi sadece bir örgütün kirli emelleri için kandırdığına inanamıyorum Can, ciddi hayal kırıklığına uğradım." dedi. Sergei ise konuşamayacak kadar şaşkındı, duyduklarını kabullenmekte zorluk çekiyor gibi görünüyordu. "Bu olmadı işte Can, hepimiz sana güvenmiştik." diyebildi sadece.

          Can, suçunu kabullenmiş bir edayla "Evet, sizi kandırdım, hem de en başından beri. Çünkü söz verdiğim, gönül bağı kurduğum örgüt, her şeyin, herkesin üstündeydi. Salgını sona erdirecektik, her şey yine eskisi gibi olacaktı. Bu kadar hareket dolu bir macera yaşamayı ben de beklemiyordum, sadece bir laboratuvardan bazı bilgileri alacağımı sanıyordum, sonrası deneylerle çözümlenecekti. Olaylar nasıl bu noktaya geldi, anlamıyorum. Sizleri bu halde görmek beni utandırıyor. Böyle olmasını inanın ben istemedim. Ama artık buna katlanamıyorum, teori ile pratik çok farklıymış. Sevdiğimiz insanlar, dostlarımız acı çekerken kutsal ülkülerin pek de önemi kalmıyormuş. Üzgünüm, sizi de bu işe bulaştırdım, hele seni kandırdım Aiko, en başından beri, sen bana güvenmiştin, çok üzgünüm." Can yalvarır gibi baktı Aiko'ya.

          Aiko burnundan soluyordu. "Bu özürler hiçbir anlam ifade etmiyor benim için. Sen hepimizi tehlikeye attın, üstelik bir de bilim insanı olduğunu iddia ediyorsun!"

          Can elini uzattı dostlarına doğru ama hepsinin ifadesi donuktu, kendini aforoz edilmiş gibi hissetti, oyun da olsa içi acıdı bu duruma. "Dostlarım, gerçekten çok üzgünüm, bunu beni affetmeniz için söylemiyorum, sadece duygularımı ifade ediyorum. Ben de kandırıldım, lütfen beni de anlamaya çalışın. Tek amacım bu pandemiden insanları kurtarmak için bir çıkar yol bulmaya çalışmaktı, öyle mantıklı savları vardı ki, inandım. Ama sizin bu haliniz... Bunu kabul edemiyorum işte." dedi ve başını önüne eğip sustu.

          Juno olan biteni takip ediyor, hiçbir detayı kaçırmamaya çalışıyordu. Aiko'nun kızgınlığı, Boris'le Sergei'nin şaşkınlığı, Can'ın pişmanlığı ona yeterince fikir vermişti, gülümsedi. "Açıklamalarınız için teşekkür ederim Bay Can, arkadaşlarınız gerçekten konuğumuz olacak, merak etmeyin. Konuklarımızı odalarına götürün, onların rahat etmelerini sağlayın, ne isterlerse onlara temin edin. Bizim Can'la biraz daha konuşacaklarımız var. Bu arada bize içecek bir şeyler getirin." dedi adamlarına.

          Arkadaşları kibarca götürülürken Can onları izledi, en azından şimdilik güvendeydiler ama bu durum pamuk ipliğine bağlıydı; dikkatli olmalı, Juno'yu iyice inandırmalıydı, açık vermemeliydi, derin bir nefes alıp yutkunarak kafasını toparladı ve soğuk savaşa hazırlandı.

SALGIN (Devam Ediyor.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin