XX ASKER YEŞİLİ

7 2 0
                                    


(Not: Daha önce yayımladığım bu bölümde değişiklik yaptım, değişikliklerle tekrar yayımlıyorum. Keyifli okumalar.)

          Ertesi sabah Juno'nun dönmüş olacağı heyecanıyla indi salona, yanılmamıştı, Juno her zamanki koltuğunda ciddi bir ifadeyle oturup kahvesini yudumluyordu. Onu öyle alıştığı şekilde görünce istemsizce mutlu oldu Can, adamı şöyle bir süzdü; yorgun görünüyordu Juno, sessizce yanına oturdu.

          Juno onun sorgulayan gözlerine baktı bir süre, sonra kendini zorlayarak "Bay Can, ben yokken bir sıkıntı yaşadınız mı? Kusura bakmayın, size haber veremeden aceleyle gitmek zorunda kaldım, umarım bir sorun çıkmamıştır; gerçi adamlarımı tembihledim ama ev sahibi ortada olmayınca konuklar sıkıntı yaşayabilir." dedi. Can içtenlikle "Hiçbir sorun çıkmadı Bay Juno, hatta dün bir kutlama yaptık okuduğumuz haberler doğrultusunda. Ülkeler ortak hareket etmeye karar vermiş, bu iyi bir gelişme." Sustu. Juno'nun konuşmasını bekledi ama adam sessizliğini sürdürdü. Can onu zorlamak istemedi, Aiko yanlarına geldi. Can'a soru sorar bir bakış yöneltti, Can kaşlarını kaldırdı. Mesajı alan Aiko "Günaydın, kahvaltı yaptınız mı?" dedi zoraki bir cıvıltıyla.

          Juno kalktı "Haydi o zaman, sofra hazır gençler." dedi. Sofraya otururlarken Boris ve Sergei de katıldı onlara, hiçbiri Juno'yu sorgulamadı, sanki hep evdeymiş gibi havadan sudan konuştular. Oysa Can hepsinin meraktan öldüğünü biliyordu. Juno da herhangi bir açıklama yapmadı.

          Kahvelerini şömine başında yudumlarken Juno "Artık gitme zamanı geldi, hazırlanın." dedi sadece. Ekiptekiler şaşkınlığa uğradı. Juno "Yarım saate kadar buradan gidiyoruz." dedi ve odasına çekildi. Sessizliği Boris bozdu. "Çıldıracağım yahu, nereye gitti bu adam? Neden bize bir şey anlatmadı? Bu haberlerle bir ilgisi var mı? Peki, biz böyle apar topar nereye gidiyoruz? "

          Can düşünceliydi. Juno bu kadar sessiz olduğuna göre bir şeyler yolunda değildi, yoksa başarılarını ve örgütü övme fırsatını niye kaçırsındı? Üstelik bu ani yola çıkış da soru işaretlerini arttırmıştı. Bu olasılığı bir şüphe olarak daha sonra düşünmek üzere beyninin bir köşesine kaydederken arkadaşlarının duymak istediği sözleri söyleyiverdi. "Bilmiyorum, bir şey söylemedi ama önemli bir şeyler döndüğü kesin yoksa bu korunaklı kaleyi terk etmezdi Juno; bu durumun son yapılan açıklamayla ilgisi var bence ama bu bir ihtimal, tabii kuvvetle muhtemel. En azından Juno'yu tanıyorsam." Aiko durumu hemen anladı ve özetledi. "O zaman, Juno'nun konuşmasını bekleyeceğiz. Şimdi patronun dediğini yapıp hazırlanalım."

          Can başını salladı, diğerleri sessiz kaldı. Ekipteki herkes, Can ve Aiko'nun uyumuna saygı duyuyor ve bunu sorgulamıyor gibiydi, sanki herkes onların bu doğal birlikteliğini kabullenmişti; Can ve Aiko hariç... Gemi yolculuğundan beri erteledikleri duygular görmezden gelinemeyecek kadar büyümüştü ancak onlar bunu kabullenemiyordu, sonuçta kadim bir dostluğu kaybetme riski vardı ve bunu göze almak kolay değildi.

          Aceleyle odalarına gidip birkaç parça şey aldılar yanlarına, zaten özel bir eşyaları yoktu. Salonda toplandılar. Juno'nun gelişiyle ortam hareketlendi, tam teçhizatlı askerlerin eşliğinde bir helikoptere bindiler. Ortalıkta bir tehlike görünmüyordu, böyle aceleyle kimden, niçin kaçıyorlardı? Juno'nun çatık kaşları ve sert yüz ifadesi konuşmaya isteksiz olduğunu alenen haykırır gibiydi. Diğerleri de susmayı tercih ettiler, yapacak bir şey yoktu.

          Bir süre sonra helikopter aynı güvenlik önlemleri eşliğinde gözden uzak bir evin kocaman bahçesine indi. Ev daha küçüktü ama göz alıcıydı, rengarenk çiçeklerle dolu bahçesi hayatı müjdeler gibiydi. Eve adım attıklarında bir önceki kadar özenle dekore edilmiş salon, duvarlarda değerli tablolar, çıtır çıtır yanan bir şömine, rahat deri koltuklarla karşılaştılar. Onları karşılayan askerler saygıyla içeri buyur ettiler. "Her şey hazır efendim."

SALGIN (Devam Ediyor.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin