Heyecanlıydım. Hatta heyecandan delirmek üzereydim. Kalbim çok hızlı atıyordu. Bu çok aptalcaydı. Farkındaydım ama elimde değildi. İlk görüşte aşkı hep kitaplarda okumuştum ben. Doğrusu hep bunu hayal etmiştim ve şimdi de bu hayalim gerçek oluyordu. Sevinsem mi üzülsem mi bilmiyordum. Tam bir haftadır bu haldeydim. Onun resmini gördüğüm andan itibaren kalbimde kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Her şey daha güzel, gökyüzü daha mavi ve hayat daha yaşanmaya değerdi.
Kendi kendime gülümsedim. Adı, resmi ve hakkında hiçte özel sayılmayacak birkaç bilgi dışında hiçbir şey bilmiyordum. Tüm bu belirsizliklere rağmen bir anda gelip hayatımın başköşesine oturmuştu.
Arabayı uygun bir yere park ettim. Derin bir nefes aldım. Bu onunla ilk buluşmamızdı. Mine abla benim resmini ona göstermişti ve benim hakkımda düşüncelerini söyleyince benimle görüşmek istemişti. Tabi benim bunlardan haberim bile yoktu. Geçen haftaki Mine ablayla olan buluşmamızda, her hafta olduğu gibi benim için ona göre hayırlı olan kısmetlerimi anlatmaya başlamıştı ki bir anda onun fotoğrafını gösterdi. Aslında sadece Mine ablayı kırmamak adına fotoğrafa bakmıştım. Ama sonra gözlerimi fotoğraftan çekememiştim. O fotoğraf tam bir haftadır cüzdanımın içindeydi ve ona bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Yüzünün her santimini ezberlemiştim. İnsanın içine işleyen lacivert gözleri, sert çehresi, siyah saçları... Saçları bir kısaydı. Sanırım öyle seviyordu ve bence gayet iyiydi. Tek sorun biraz fazla yakışıklı olmasıydı. Bu aslında çok aptalcaydı. Ama aşk demek zaten aptallık demek değil miydi? En fakirinden en zenginine, en güzelinden en çirkinine kadar herkes aşk için aptal olmayı göze almamışlar mıydı? En azından bu durum kitaplarda böyleydi. Gerçek hayatta nasıl olurdu bilmiyordum. Aslında bu bilinmezlik beni korkutuyordu fakat bu korkuya yenilmeyecektim. Önüme sunulan hayatı yaşayacaktım.
Onun resmini gördükten sonra onunla görüşmeyi kabul etmiştim fakat işlerinin yoğunluğundan ötürü anca bu güne denk gelmişti. Benim için heyecan, korku ve belirsizlikle geçen bir hafta olmuştu.
Kolumdaki saate baktığımda beş dakika geciktiğimi fark ettim ve hızla arabadan indim. Yine hızlı adımlarla restorana ilerledim. İçeriye adım attığımda sıcacık bir hava her yanımı sardı. Bu belki benim kendi heyecanımdan ötürü ateş eden nabzımda olabilirdi.
Etrafıma bakındım. Onu görmek için gözlerimde en az kalbim kadar aceleciydi. Bir yandan da korkuyordum. Heyecan ve korku tüm bedenimi sarmıştı. Korkumun sebebi bu büyünün bozulmasıydı. Şu an her şey o kadar farklıydı ki... Umutlu be heyecanlıydım. Bir resim bana bunları hissettirmişti. Şimdi ise onunla yüz yüze gelecek ve konuşacaktım. Doğrusu bu büyünün bozulmamasını tüm kalbimle istiyordum.
Ve sonra onu gördüm. Kalbim öyle hızlı atmaya başlamıştı ki... Ölmediğime şükretmem lazımdı. Buydu. Tam olarak hayatımda istediğim adam buydu. Az önceki korkularım yerle bir olmuşu. Ben çokta bu adama âşık olmuştum. Artık bunun geri dönüşü yoktu. Hoş şu an için dönmek isteyende yoktu.
Bakışlarımız buluştu. Heyecanım mümkünü varmış gibi bir kez daha arttı. Bedenim titremeye başladı. Adeta nefes almayı unutmuştum. Ayakta durmak bile zor bir hal almaya başlamıştı.
Bu çok aptalcaydı. Farkındaydım ama kendime engel olamıyordum. O benim diğer yarımdı. Bunu hissediyordum.
"Hanımefendi size yardımcı olabilir miyim?" diyen garsonun sesiyle bir anda kendime geldim. Kaç saniye ya da kaç dakika bir aptal gibi burada durmuş ona baktığımın farkında bile değildim.
"Ben..." dedim ama gerisini sesimin titremesi yüzünden getiremedim. Utançtan yüzüm kızardı.
"Hanımefendi benimle," diyen sesi duymamla bakışlarım hızla ona doğru kaydı ama o bana değil garsona bakıyordu. Garsın saygıyla başını eğerek yanımızdan ayrıldı. Ve o da bana bakarak çok hafifçe gülümsedi.