Gözümü yağan kardan ayıramıyordum. Ne kadar da güzel yağıyordu. Her bir kar tanesi ne kadar özgürdü. Bende öyle özgür olmak isterdim... Tıpkı eskisi gibi. Beni kimsenin bir yere bağladığı yoktu ama benim kalbim kendini çoktan bir adamın gönüllü kölesi yapmıştı. Asla Yavuz'dan vazgeçemiyordu. Evleneli bir ay olmuştu ama hala ayrı odalarda yatıyorduk. O istediğinde sevişiyor, istediğinde konuşuyorduk. O ne isterse ona göre yaşıyorduk. Bu beni yormaya başlamıştı ama onu bırakamazdım. Onun az da olsa nadir gördüğüm bana değer veren haline kendimi kaptırmıştım ben. Onun yokluğunu düşünmek kalbimin acımasına sebep oluyordu.
Her şey rutininde gidiyordu. İşe devam ediyordum. Bazı akşamlar gelmiyordu Yavuz. Geldiği çoğu akşam da zaten çok geç geliyordu. Hayatı o kadar doluydu ki... Anlayabiliyordum aslında. Şirketteki en büyük yük neredeyse onun omuzlarındaydı. İşi yüzünden onunla tartışmak istemiyordum. Daha doğrusu onunla hiçbir konuda tartışmak istemiyordum. Onunla her tartışmamdan sonra benden daha fazla uzaklaşıyordu ben daha fazla yalnız kalıyordum. Onun yokluğu canımı yakıyordu. Böyle nereye kadar gideceğini bilmiyordum ama bana bir söz vermişti. Deneyecekti. Benimle olmayı deneyecekti. Benim istediğim gibi bir eş olmayı... Belki de bir çocuk her şeyi rayına oturtturabilirdi. O zaman her şey daha güzel olabilirdi. Bu düşünce bile yüzümün gülmesine sebep oluyordu. Koltuğun üzerinde duran telefonumu elime alarak uygulamayı açtım ve son adet tarihime baktım. O an kalbim heyecanla atmaya başladı. Gecikmiştim. Tam dört gün gecikmiştim. Bir hamilelik testi almam şarttı ama dışarıda kar çok fazlaydı. Okullar bile bu hafta tatil edilmişti. Böyle bir hava da dışarı çıkmam çok mantıklı değildi.
Heyecanla Yavuz'u aradım. Neredeyse kapanmaya yakın açılmıştı.
"Efendim."
"Eve ne zaman geleceksin?"
"Bilmiyorum... Başka bir şey yoksa sonra konuşalım mı?"
"Şey..." dedim ne diyeceğimi bilemez bir halde. Sanki Yavuz karşımdaymış gibi yanaklarım kızarmıştı bile.
"Gülce önemli bir toplantım var... Sonra..." demişti ki "Hamilelik testi almam lazım," dedim bir çırpıda. Telefonun ucunda kısa bir an sessizlik oluştu. Bu sessizlik canımı sıksa da umursamamaya çalışarak "Neyse sen toplantına bak ben çıkar alırım..." dedim.
"Hayır, hava çok kötü. Dışarı çıkma ben getireceğim."
"Ama toplantın..."
"Gülce beni bekle. Geliyorum."
Kalbim heyecanla atarken telefonu kapattım. Yüzümde aptal bir gülümseme ile karnımı okşadım. Gerçekten olabilir miydi? Daha hamilelik ihtimali bile Yavuz'a önemli toplantısını iptal ettirebiliyorsa, ya bir bebeğimiz olduğunda ne olurdu? Her şey rayına oturacaktı. Biraz daha sabretmem gerekti sadece.
Saniyeler dakikaya, dakikalar saate dönüşürken sonunda zilin sesini duydum. Kalbim heyecanla atarken, adımlarım birbirine dolanıyordu. Yavuz geldiği için mi bu heyecanım yoksa bir bebeğim olacak olma ihtimaline miydi? Bilmiyordum. Belki de her ikisineydi. Ama tek bildiğim şu an için çok mutlu ve heyecanlı olduğumdu. Geleceğe dair umutlarıma bir can suyu olmuştu bu ihtimal.
Kapıyı açtığımda onu görmemle kalbim biraz daha hızlandı. Ben bu adamı seviyordum. Üstelik kendimi ve duygularımı hiçe sayacak kadar. Bu beni korkutuyordu ama onu gördüğüm anda her şey bir anda değişiyordu. Korkularım yerini tatlı bir heyecana bırakıyor, kalbim adeta kanatlanıp bir kelebek misali uçuyordu. Gözlerimi onun üzerinden çekip, kenara çekilmem gerekiyordu ama bir türlü başaramıyordum. Ona bakmaya doyamıyordum. Tam bir aptal aşıktım. Halime acır hale gelmiştim.
"İyi misin? Bir sorun mu var?"
"Neden? Ne oldu?"
"Bana bakıyorsun ve biraz düşünceli gözüküyorsun... Ters bir şey olmadı değil mi?"