Bütün günü boş bir şekilde odada yatarak geçirmiştim. Çok farklı düşüncelerim varken kendimi yine bir odaya hapsetmiştim. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Bir saate düğün vardı ama hazırlanmak dahi gelmiyordu içimden. Hatta bir an önce buradan gitmek istiyordum. Yavuz'un olduğu bir yerde olmak istemiyordum artık. Korkum ondan mıydı yoksa kendi zayıf kalbimden mi bilmiyordum ama gitmek istiyordum. Gitmeliydim. Fakat gidemeyeceğimi de çok iyi biliyordum. Yarın öğleden sonraya kadar buradaydım ve öğleden sonra herkesle beraber bu adadan ayrılabilirdim. Bu yüzden şikâyet etmek yerine ayağa kalkıp buraya neden geldiğimi kendime hatırlatmam gerekti. Ben buraya Yavuz için gelmemiştim bu yüzden onu düşünmeyi artık bırakmalıydım. Bir gece daha dayanabilirdim buna.
Kendimi yataktan kaldırdım. Ilık bir duş aldıktan sonra bu gece için getirdiğim elbiseydi dolaptan çıkardım. Aslında ne getirdiğimi bile bilmiyordum. Öyle isteksizdim ki buraya gelirken elbise falan seçememiştim. Esra hazırlamıştı valizimi. Açtığımda gördüğüm elbise ile bir anda şaşırdım. Benim böyle bir elbisem yoktu. Olsaydı unutmazdım. Evet, son zamanlarda aklımın çok yerinde olmadığını kabul ediyordum ama böyle bir elbisem olsa unutamazdım yani mümkün değildi. Çünkü elbiseden ziyade daha farklı bir şeye benziyordu. Kendi elbiselerinden birini koymuştu Esra. Bu ancak onluk bir elbiseydi. Saks mavisi elbiseyi istemsizce üzerime giydiğimde aynada gördüğüm yansıma ile utançla yüzümü kapattım. Ben daha aynada kendime bakamıyorken böyle bir elbise ile öyle bir kalabalığa giremezdim ki... Ellerimi yüzümden çekerek korkarak aynaya baktım. Elbisenin ince askıları zar zor tutuyor gibiydi elbiseyi omuzlarımda. Sırtında derin bir dekolte vardı. Boyu ise kalçamı zar zor örtüyordu. Bir çözüm bulmalıydım. Eylül de bir elbise illaki vardır fazladan. Ondan isteyebilirdim. Telefonu elime alıp hızla onu aradım ama ulaşamadım. Biraz sonra tekrar arayacaktım ama o zamana kadar hazırlanmam gerekti. Çok az kalmıştı. Hızla saçlarımı düzleştirdim. Omuzlarıma gelen saçlarımı açık bırakarak çok hafif bir makyaj yaptım ve tekrar Eylül'ü aramak için telefonu elime aldığımda kapı açıldı. Yavuzu görmem ile istemsizce olduğum yerde donakaldım. Siyah bir smokinin içinde çok yakışıklı gözüküyordu. Ondan nefret ediyor olabilirdim ama yakışıklı bir adamdı bunu inkâr edemeyecektim.
"Bu üzerindeki ne?" diye soran Yavuz'un sesi ile kendime geldim. Bana öyle öfkeli bakıyordu ki her an öldürecek gibiydi. Kendimi toparlayarak onu umursamamaya çalıştım ve elime geçen kırmızı ruju dudaklarıma sürmeye devam ettim. Tam arkama geldi ve aynanın karşısında arkamda durdu. Gözlerinden ateş fışkırıyordu adeta.
"Sana bir soru sordum."
"Anlamadım?"
"Bırak şu ruju..." diyerek elimden aldı. Sinirle ona doğru döndüm.
"Bir daha benim elimden bir şey alma!"
"Sana bu elbise ne diye sordum?"
"Bak kendinde söylüyorsun. Elbise diyorlar bana..."
"Bir bez parçası demek daha doğru olur."
"Sana ne Yavuz?" dedim umursamazca.
"Anlamadım?"
"Sana ne diyorum? Sen benim neyimsin ki karışıyorsun? Ben özgür bir kadınım istediğim gibi giyinebilirim."
"Giyinemezsin..." demişti ki soğukça gülümsedim.
"Bak giyindim bile ve şimdi düğüne gidiyorum."
"Gülce sen beni öldürmek mi istiyorsun?"
Alayla ona baktım. "O konular senin uzmanlık alanın..." dedim. Bir anda beti benzi attı ve yüzü asıldı. Onun canını yakmıştım ama bu yine bana zerre kadar bir haz vermemişti. Kendimi toparlamaya çalışarak odadan dışarı çıktım ama bir anda tüm bedenimi ateş bastı. Sanki herkes bana bakıyor gibi hissediyordum. Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar açık bir elbise giymemiştim ve doğrusu fazlasıyla rahatsız olmuştum. Ama artık geri dönüşü yoktu. Elbiseyi değiştirirsem o dediği için değiştirdiğimi düşünecekti. Bu yüzden kendimi rahatlatmaya çalışarak düğün alanına doğru ilerlemeye devam ediyordum ki bir anda yanımda Yavuz belirdi. Bakışları sertti ve bana bakmıyordu. Direk olarak düğün alanındaki kalabalığa odaklanmıştı. Bu daha çok işime geliyordu. Bir de onun bakışlarını üzerimde hissederken rahat olamazdım.