Kalbim acıyordu. Bu iki kelime içine düştüğüm durumu anlatmaya yeterli gelir miydi bilmiyordum ama yüreğim parçalanıyordu. Nefes almak dahi istemiyordum. Yapamamıştı. Benimle bir odada en fazla bir saat kalabilmişti. Bir an gerçekten umut etmiştim. Bu gece birlikte uyursak her şey için bir başlangıç yapabileceğimize gerçekten umut etmiştim. Ama yine umutlarım elimde, hayal kırıklıklarım kalbimde, gözyaşlarım ise yüreğimde kalakalmıştık. Ama bu hikayedeki asıl suçlu bendim. Aptaldım ben. Beni sevmediği belli olan bir adam için boş hayallere kapılmakla en büyük suçu işliyordum zaten.
Sabaha kadar ağlamaktan gözlerim yanmıştı. Kendime delicesine kızsam da gözyaşlarıma söz geçiremiyordum. Ben bu hayattan çok bir şey istememiştim ama istediğim şeyi tamamen yanlış bir adamdan istemiştim.
Gözüm telefondaki saate takıldığında dün gece kahvaltı için sözleştiğimiz saate geldiğini gördüm. Oturduğum yerden kalkarak elimde valizimle odadan çıktım. Direkt olarak asansöre yönelerek otelin restoran kısmına yöneldim. Yüreğimdeki acıyı görmezden gelmeye çalıştım. Bu tatile çok büyük umutlarla çıktığımı artık daha iyi anlıyordum. Çünkü canım delicesine yanıyordu.
Restoranın içine doğru ilerlediğimde onları gördüm. Barış, Eylül'e gülümseyerek bir şeyler anlatıyordu. Eray ve Yavuz ise bir şeyler konuşuyorlardı. Yavuz'un çehresi yine çok sertti. Beni ilk gören Eylül oldu. Bana gülümseyerek "Bende seni merak etmeye başlamıştım, biraz daha gelmesen arayacaktım," dedi ve sonra gözü elimdeki valize takıldı.
"Günaydın," dedim sesimi güçlü tutmaya çalışarak. O an herkesin bakışları beni buldu. Bir kişi hariç. Israrla bana bakmıyordu. Bakmaya bile değer görmüyordu belki de.
"Valizin neden elinde?" diye soran Barış ile Yavuz'un keskin bakışlarını üzerimde hissettim ama bende ısrarla ona bakmadım.
"Gitmem gerek... İzinle alakalı bir problem yaşadım. Yarın işe dönmeliyim," dedim. Onlara yalan söylemek kalbimi rahatsız etse de buna mecburdum. Ayakta kalan bir tek gururum vardı onu da yerle bir edemezdim.
"Ya çok üzüldüm," diyen Eylül'e zoraki gülümseyerek "Bende..." dedim. Ama benim üzüntülerim çok farklıydı.
"Kahvaltı yapmayacak mısın?" diye soran Barış ile tekrar dikkatimi topladım. "Hayır, uçağım kalkacak iki saat sonra. Ben sorun olmazsa Eray ya da sen biriniz beni havalimanına bırakabilir mi diye soracaktım?"
Bu sorum ile herkes aslında gitme sebebimi anlamış olmuştu. Barış'ın çatılan kaşlarını yok saymaya çalıştım. Bir an önce buradan gitmek istiyordum. İnsanların gözünde daha fazla küçük düşmeye ihtiyacım vardı.
"Ben bırakırım," diyen Yavuz'un sesiyle irkildim. O kadar öfkeli görünüyordu ki. Gözlerimi direkt ona çevirdim.
"Hayır, seninle gitmek istemiyorum."
Cevabım karşısında şaşırdığı ve daha fazla öfkelendiğini görebiliyordum ama umursamadım. Benim canımı çok yakmıştı bununla da yetinmeyip herkese rezil olmama sebep olmuştu.
"Gülce..." diyen sesi beni uyarır nitelikteydi ama umursamadım. Onun yerine Barış ve Eray'a baktım. Onlardan biri bana yardım etmeliydi.
"Benim zaten il merkezinde işim vardı. Ben bırakırım Gülce'yi..." diyen Eray ile rahat bir nefes alabilmiştim.
Yavuz'un öfkeli bakışları bu sefer Eray'ı bulmuş olsa da o hemen oturduğu yerden kalkarak yanıma geldi ve elimdeki valizi alarak "Akşam görüşürüz," dedi. Onun yürümesi ile bende peşinden gittim. Ona bakmadım. Bana öfkeyle baktığından emindim. Ama umurumda değildi. Şu an öfkesi benim öfkemle yarışacak durumda değildi.