Aynadaki yansımamdan gözlerimi alamıyordum. Bu ben miydim gerçekten? Çok az bir makyajla bu kadar değişmem gerçekten şaşırtıcıydı. Hayatımın hiçbir döneminde kendimi bu kadar güzel hatırlamıyordum. Turuncu saçlarım adeta parlıyordu. Abartılı hiçbir şey istememiştim. Tabi buna Mine abla ve Eylül karşı çıksa da onları dinlememiştim. Sadece saçlarımın uç kısımlarına maşa yaptırmıştım. Saçlarımı açık bırakmıştım. Üstende hafifçe toplatmıştım. Toplanan kısımlara papatyalar takılmıştı. Duvak istememiştim. Üzerimdeki gelinlikte zaten çok sadeydi. Dümdüz iniyordu. Sadece arkasında minik bir kuyruğu vardı. Üst tarafta ise ince, taşlarla süslenmiş ip askılar vardı. Gelinliğe çok benzetememişti Mine abla ama benim için harikaydı. Hayatımda giyip giyebileceğim en iyi gelinlikti.
"Şu gelinliğe benzemeyen şeye rağmen çok güzel oldun kızım..."
Gülmeme engel olamadım. Bir haftadır bunun tartışmasını yaşıyorduk ama her şey bu kadar hızlı giderken uzun uzun bakma zamanım olmamıştı. Üstelik hala yaşayacağım evi görmemiştim. Bu beni daha da strese sokuyordu. Yavuz ile evlenmek istiyordum ama onun karanlıkta kalan bir yanı olduğunun da farkındaydım ve bu yanı beni korkutuyordu. Eğer o yanıyla karşılaşırsam nasıl baş edeceğimi bilemiyordum açıkçası.
"Kızdın mı bana?" diyen Mine ablanın sesiyle içine düştüğüm girdaptan zorla çıktım.
"Hayır, sadece Yavuz'u düşünüyordum."
"Bundan sonra hep birliktesiniz. Düşünmene gerek kalmayacak."
"Abla sence de Yavuz'un biraz karanlık tarafları yok mu?"
Sözlerim üzerine Mine abla kahkaha atmıştı. "Ah benim saf kızım bütün erkekler böyledir. Hepsinin kendine sakladıkları özel alanları vardır. Ne yazık ki biz kadınlar tüm şeffaflığımızla onlara giderken onlar sakladıkları karanlıklarla gelirler."
Bir cevap vermedim. Mine ablanın söylediği gibi olmasını isterdim. Bazı şeylerin benim kuruntumdan ibaret olması doğrusu beni mutlu ederdi.
Kapı bir kez çalındı ve içeriye Yavuz girdi. Bir an sadece ona baktım. Ve az önceki içimde oluşan tüm korkular yok oldu. Kendimi onun kollarına atmamak için zorlukla tutmuştum.
"Ben sizi yalnız bırakayım..." diyerek Mine abla odadan çıkmıştı. Kapıyı da arkasından kapatmıştı. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki birazdan yerinden çıkabilirdi. Dudaklarım kurumuştu. Bakışları beni benden alıyordu. Onun lacivert gözlerindeki karanlık içimi ürpertiyordu ama yine de kendimi ona çekilmiş buluyordum. Aramızdaki tüm mesafeyi kapattıktan sonra arkama geçti. Ona doğru dönmemek için kendimle büyük bir savaşın içine girmiştim ki boynumda hissettiğim soğukluk ile elim istemsizce boynuma gitti. Ucunda küçük bir meleğin olduğu altın kolyeyi boynuma takmıştı. Beni kendiyle birlikte döndürerek tam aynanın karşısında durdurdu. O arkamda duruyordu ve sonra belimden sımsıkı tutarak kendine doğru çekti. Ayağımdaki topuklu ayakkabılara rağmen onun omuzlarına geliyordum. Bakışlarımız aynada buluştu.
"Çok güzel olmuşsun..." dedi. Sesindeki beğeni kalbimde kelebeklerin kanatlanıp uçmasına neden oldu. Elim kolyenin ucundaki meleği tutarken "Çok güzel..." diyebildim.
"Gördüğüm anda aklıma sen geldin... Sen benim meleğimsin..." dedikten sonra saçlarıma şefkatle bir öpücük bıraktı. Gözlerim dolmuştu. Az önceki düşüncelerim için kendimden nefret ettim. Nasıl Yavuz'dan şüphelenebilirdim ki? O benim için bu kadar ince düşünürken ben saçma sapan düşüncelerin esareti altına girmiştim.
"Artık gitmemiz gerek..."
"Gitmesek..." dedim. Hafifçe gülümsedi.
"İyi bir fikir ama bu düğün bizim... Gelin ve damat olmadan olmaz..." dedikten sonra elimi tutarak beni çıkışa doğru çekti. Onun elini sımsıkı tuttum ve büyük bir sevgiyle gözlerine baktım. Salondaki kalabalık ya da bizi görünce başlayan alkış sesi umurumda değildi. Birileri resmimizi çekiyorlardı ama onları da umursamadım. Sadece sevdiğim adama baktım. Bastığım adımdan bile bihaberdim. Yavuz'un beni yönlendiren eli olmasa çoktan yere kapaklanmış olurdum ama o buna izin vermezdi. Artık emindim. Yavuz benim üzülmeme ya da dibe sürüklenmeme asla izin vermezdi.