03 | Sadık Müşteriler Kahveyi Alıp Gider

117 12 2
                                    

Saat gece yarısına yaklaşırken de gece yarısı olduğunda da ve gece yarısını geçerken de bu mahallenin sessizliğine şaşırıyordu Clint. New York'un en harika mahallesi değildi ama en kötü mahallesi de değildi. Kendine özel bir yeri vardı, Clint de bilmiyordu. Tek bildiği, gündüzleri bu kadar hareketli olan bir mahallenin gece vakti nasıl bu kadar sessiz olabilmeyi başarabildiğiydi.

Bir tahmini vardı yine de. Sessizdi çünkü gece vakti sokakta iş görenler, yaptıklarını sessizce yapmayı öğrenmişti. Her yerden bir mikrofonun uzandığı, yerde-gökte değil her yerde kulakların olduğu yeni dünyada artık gürültü, saman altından su yürütenlerin hiç olmadığı kadar düşmanıydı.

Clint balkondan baktığı vakit her şeyi görebiliyordu. Bir radar gibi, gördüğü yerleri detaylıca tarayabiliyordu. Perdelerin arkalarına saklanmış olsalar dahi fark etmezdi. Arabaların camları filmli olsa da fark etmezdi. Duvarlar fark ederdi ama...

Görme duyusunu dört elle tutmuştu. Koklamak, tatmak ve dokunmakta da fena olmadığını düşünüyordu. O yalnızca duyamıyordu.

Kahve bardağı tutmayan eli kulağına gitti. Cihaza dokunmak istedi ama yapamadı. Yıllar geçmiş olsa dahi ona dokunamıyordu. Yokmuş gibi davranmak istediği için değildi, yalnızca, dokunamıyordu. İşitme cihazı, yokmuş gibi davranması pek de kolay olmayan bir cihazdı ki Clint de öyle şeylerle uğraşmıyordu. Kahvesini içiyordu, sokağı izliyordu ve duyabildiği her sesi duymaya çalışıyordu. İşitme duyusuna da dört elle sarılmak isterdi ama konu işitmek olunca her insanın sahip olduğu iki ele dahi sahip değildi Clint, bir eli kırıktı onun. İşitme duyusuna tek koluyla sarılabiliyordu yalnızca.

Sağ elindeki, kulpundan tuttuğu beyaz fincana baktı. Beyaz fincandaki filtre kahvenin kokusu, gecenin o vaktinde şehrin üstünden esip gürleyerek geçen rüzgarlara rağmen fincandan Clint'in burnuna doğru ulaşabiliyordu. Dave'in yaptığı kahvelere benzemiyordu ama fena sayılmazdı yine de. Oradaydı, kahve içiyordu çünkü yatakta dakikalarca dönüp durduktan sonra uykusunun olmadığını anlamıştı ve kalkıp kendine bir kahve yapmıştı. Eğer kaçacak bir uyku yoksa gece gece kahve içmenin bir sakıncası olmaz, diye düşünmüştü.

Gün içinde yaşadıklarını aklından bir kez daha geçirdi. Hiçbir yararı yoktu tekrar düşünmenin. Her şey olabildiğince açık ve netti. Yarın Dave ve Luciana ile konuşana kadar daha açık ya da daha net olmayacaktı hiçbir şey. Bunu biliyor olmasına rağmen balkondaki koltuğuna oturmuş, sokağına bakarak kahve içmeye devam ediyordu.

Bir yandan da kendisine kızıyordu. İnsanların onun hakkında söyledikleri bir doğru vardı; çok fazla ve çok dengesiz harcıyordu parasını. Hayatında hiç birikim yapmamıştı. Eğer yapmış olsaydı dükkanı açmanın çok daha kolay olacağını düşündü. Tony'nin kapısına gidip ayaklarına kapanmak gerekmeyecekti hiçbir şekilde. Kazandığı parayı daima harcamıştı, yarınlar olmayacakmış gibi hem de. Bir ajan olarak, birikim yapmak ona öğretilmeyen yegâne şeylerden biriydi.

Birçok ajanın birikimi bir evin zemininin altına gömülmüş bir kutunun içindeki para, pasaport ve biraz paradan ibarettir.

Ne yazık ki Clint'te o da yoktu.

Birikim becerisinin olmayışının nedeni ajanlık geçmişine dayanmıyordu ama. Nedeni, hayatının çok daha eski zamanlarında yaşanmış-bitmiş bir döneme aitti.

Sirkte yaşadığı döneme...

Kelimenin tam anlamıyla hiçbir eşyanız size ait olmadığında ve birer göçmen gibi her hafta bambaşka bir yerde yaşadığınızda ve o yerlere gitmek için yolları aşarken aklınıza getiremeyeceğiniz kadar kötü şartlarda hayatta kalmaya çalıştığınızda birikim yapmayı ne öğreniyorsunuz ne de öğrenmek istiyorsunuz: Clint kendine hep böyle demişti.

Kahve Göz || Clint BartonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin