Merhaba, ben geldim! Biraz gecikmeli ama çokça uzun bir bölümle geldim karşınıza! Bu bölüm artık olaylara girelim, diğer bölüm çok dinlendik. Sade bölümleri çok tutmayı sevmem, tadında bırakıp dinlenelim. Yorgunluğumuzu, bu bölümün sonlarına doğru iyice atmış olacağız, bölüm sonunda ise efsane olaylar bizi bekliyor olacak. Korkmayın, olaylar, finali etkilemeyecek. Çok kalmadı finale, artık bitirelim ki, yeni kurgulara yelken açılabilelim! Ben çok heyecanlıyım, yeni kurgularımız ve buranın finalinden ötürü içim kıpır kıpır!
Erhan Güleryüz'ün "Cancazım" şarkısı ile geldim karşınıza, nice tatlı umutları sığdırdım bu şarkının içine! En romantik sahnelerimizi, bu şarkının sesini hafifçe açarak okumanızı istiyorum sizden. Nasıl bulacaksınız bakalım bölümü, benim bayağı içime sindi. Son sahnelerini de ayrıca özenli tuttum. Şarkımızla bölümün uyumunu bakalım sevecek misiniz? Yorumlarınızı heyecanla bekliyor olacağım.
50. Bölüm: "Düş Kırıntıları"
Sevmek ne uzun kelime!
Derin, deniz mavisi...
Ne zaman geleceksin?
Hayat uzun değil sevgilim.
Güzel geçirmeliyiz hayatımızı.
Sen yanımda ol, gam; kasavet çeker gider...Cemal Süreya'nın dizelerini, mürekkebinden defterinin sayfasına akıtırken zamanın bir türlü geçmediğini anlamıştı. Yanında sevdiği adam olmadığında, zaman da ne yapsa geçmezdi kendisine. İş için gitmişti kısa süreliğine, tıpkı geçen gün olduğu gibi... Senelik izinde bile olsa işleri çıkabiliyordu. Hemen gelse de, sarılabilseydi ona sımsıkı. Özlemişti. İnsan sevdiğini bu kadar kısa sürede özler miydi? Bir saat ayrı kalsa, hemen özlüyordu. Gelecekti elbet, izinde olduğu için çok oyalanmazdı, çabuk gelirdi. Hemen gelse de sarılsaydı ona, içini bir tuhaf eder sevdiğinin özlemi, burkulurdu her tarafı hasret kokusundan...
Hayatını düşündü bir an için, geçmişini; öncesini, sonrasını... Hiçbir kız çocuğu, güçlü olmak için doğmazdı. Babasının prensesi olarak dünyaya gelen kızlar genelde, çok mutlu büyürlerdi. Belli bir yaşa kadar şımartılır, sonsuz sevgiye boğulurlardı. Annesinin meleği, babasının prensesi olurlardı. Sonra bir fırtına tutardı. Esen güçlü rüzgar, babalarını ellerinden aldığında, beraberinde düş ölüsü kalırdı ellerinde. Her kız çocuğu gibi olmamıştı kendisinin hayatı. Babası giden kız çocuklarına annesi sarılırdı ama kendisinde tam tersi olmuştu.
Gün geçtikçe uzaklaşmıştı kendisinden annesi, babası gitmiş; annesi de her gün, hayattayken gider olmuştu. Ve sonra kül kedisine dönmüş, ardından da uzun yıllar hırpalanmıştı. Oradan oraya savrulan bedeni, günün birinde bir prensin eline geçmişti... İyilikler kahramanına denk gelmişti kalbi, sevgisi ile şifa olmuştu kalbine... Külkedisinden prensese dönüşme masalları, belki de hiç bu kadar gerçekçi olmamıştı.
Kalbi hep onun aşkında kilitlenecek, hiç de açılmayacaktı. Defterine itina ile kelimeleri karalarken başını kaldırmış, gözleri havaya dikili şekilde devam etmişti mürekkebini akıtmaya. Geçmişini unutacaktı, gelecek güzel günleri hayal edecekti sadece. Elini karnına dokundurduğunda, defterini bir kenara bırakmıştı. Çabuk gelse zaman, hemen kucağına alsaydı bebeğini keşke.
Zaman akıp giderken ufak denemelerle daima dışarı çıkmışlardı günler sonra sürekli. İstemese de, zorlamıştı kendisini sevdiği adam, doğru düzgün fikrini sormamıştı, sadece kuralları atmıştı ortaya. Kızmamıştı ona, haklı bulmuştu bir bakıma da. Yeni denemesinde, tekerlekli sandalyeye doğru üç adım atmıştı güçlükle. Çok bileydi denemenin ikincisi için, öyle söylemişti sevdiği adam. Başlarda tekrar korksa da, bu ufak adımlar iyi gelmişti kendisine. Hem bedenine, hem de en çok ruh sağlığına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEYLA ||TAMAMLANDI||
RomanceEla gözlerini sarmalayan uzun, şekilli, katran karası kirpikleri vardı. İnce yüz hatları acıyı gizlerken derinlerinde, inadına gülümsüyordu hayata. Dudaklarında yitiğinin sazı olmuş, yanık bir sevda türküsü dönerken, parmaklarının işlediği nakışları...