Merhaba!
Medyada girdiğimiz sıralama var. Beni çok mutlu etti. Emeklerimin karşılığını bir parça da olsa alıyorum.
Ve yine şarkımızı da barındırıyor medyamız.
Bölüm şarkımız: "Ömür Hanım'la Güz Konuşmaları"
Keyifli okumalar!
7. Bölüm: "Hem Ülkemsin, Hem Kadınım!"
Son zamanlarda ürkek bir serçeyi andırır olmuştu Leyla'nın bakışları. Ali'nin yaptığı telefon konuşmasını duymuş, her gününü tiken üstünde yaşar gibiydi. Annesiyle konuştuğunu tahmin ediyordu. Konuşmayı yarıda duymuştu. Çarpık kelimeler, çok zor anlaştırmıştı konuşmayı. En başından dinlese, iyice anlardı belki de. Tahminin de yanılmayacağını da iyi biliyordu. Çünkü duymuştu annesinin ismini, Ali'nin dudaklarından.
"Kızınızı tanımıyorum, İstanbul'da çok az kaldım."
Bunu söylemişti. Yeterli değil miydi anlamak için?
"Olayı duydum ama o sırada biletimi almıştım, gitmeliydim İstanbul'dan."
Annesiydi işte, emindi artık.
"Görüşelim Hülya Hanım. Yarın saat 13.30'da Konyaaltı Caddesi'ndeki Atatürk Parkı'nda olun, ben de orada olacağım."
Keşke takip edebilme imkanı olsaydı, şüphesiz, anında yapardı. Telefonu kapatan adamın homurdanışını duydu: "Demek Antalya'ya geldin. Gel bakalım. Geleceğin varsa, göreceğin de var!"
Vermeyecekti kendisini, bunu anlamıştı. Keşke gitmeseydi onunla görüşmeye, öyle daha da güzel olurdu. Konuşmaları duyduğunu belli etmedi ona. Sessizdi o akşam. İki lokma zor geçmişti boğazından. Sabah kahvaltısında daha kötüydü hali. Soranlara bir şey olmadığını dese de, korkuyordu. Hırslarıyla bilinen annesi, gelmiş kendisini burda da bulmuştu. Kesin Mihriban'dan öğrenmişti Ali'nin burada olduğunu. Ali'nin numarasını bulduktan sonra buralara kadar nasıl gelmişse, şimdi kendisini alır diye ödü kopuyordu.
"Leyla." Onun sesini duyduğunda refleksle kaldırmıştı başını. Ürperti içinde adamın ellerini tutuşunu hissetti. "Neden yemedin? Canının istediği bir şey varsa gidip alayım sana fırından."
"İştahım yok."
"Neden, bir şeye canın mı sıkkın?"
"I-ıh." Ağlamamak için zor tutuyordu kendisini. Huzur vermeyen geçmişi, sinirleriyle oynuyordu resmen. Kısa konuşmaya atlayıp anı bozan Berkay olmuştu. "İnsan bir de kardeşini düşünür. Burda yarım saattir kaynamış yumurtayla boğuşuyorum."
"Sana yağmurlu havada su bile yok. Az ye de, git derslerine çalış."
Tüm aileyle sade geçen kahvaltıdan sonra yerinden kalkmıştı Ali. İşe gidecekmiş gibi davransa da, nereye gideceğini biliyordu. Annesine sarılıp kardeşlerine de hoşça kal derken unuttuğu şeyi hatırladı. Durgunca elindeki çatalla lokmaları parçalayan Leyla'ya yaklaştı. Yüzünden tutup kendine çevirdi. Sağ yanağını öpüp bıraktıktan sonra tebessümü sesine yansıyarak konuştu: "Hazır ol, akşam dolanırız biraz."
Gidiyor muydu? Hayır, böylece gitmesine izin veremezdi. Köşedeki bastonunu alarak yerinden kalktı. Nereye gittiğini, daha kahvaltısının bitmediğini söyleyenlere geri geleceğini söylemişti. Kapıda ceketini giyen Ali'yi rahat bulabilmek için usulca yakalamıştı kolundan. Gitmemesi, anlaştıkları saatin geçmesi için uğraşacaktı. Yanında yeni bitirdiği örneği, yeşil kapaklı defteri de vardı. Biri olmasa, diğerini gösterir, öyle oyalardı. Saat geçmeli, yetişememeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEYLA ||TAMAMLANDI||
RomanceEla gözlerini sarmalayan uzun, şekilli, katran karası kirpikleri vardı. İnce yüz hatları acıyı gizlerken derinlerinde, inadına gülümsüyordu hayata. Dudaklarında yitiğinin sazı olmuş, yanık bir sevda türküsü dönerken, parmaklarının işlediği nakışları...