Merhaba!
Yazdığım bölümleri hızlıca paylaşıyorum ya, sıkmıyorumdur inşallah. Bu zamana dek yazdığım kurgular içinde kendimi en iyi geliştirdiğim kurgularımdan birisi. Aynı zamanda yazdığım en tatlı hikâye. Şeker misali bölümler gelecek inşallah zamanla. Arada hüzün olacak ama dramsız da olmaz. Neyse, gelelim medyamıza.
Önceki bölümden güzel bir alıntımız var medyada. Böyle alıntılarla süslemeyi seviyorum. Daha da tatlanıyor hikâyemiz. Olayların biraz hızlı ilerlediğini söylemişsiniz ama inanın bu kurguya diğer türlüsü yakışmazdı. Ben bu konuda anlaştığımızı düşünüyorum.
Bölüm Şarkımız Bilal Sonses'ten geliyor bu defa. "Öpesim Var" adlı şarkıyı açarak bölüme geçelim artık bence.
Keyifli okumalar!
8. Bölüm: "Seni Çok Seviyorum"
"Bir eylül akşamı sev beni mesela;
Yıldızlar gökyüzüne yakışsın, sen yanıma..."(Alıntı)
Zaman ilacı olduğu gibi acıların, aşkın da manasını buldururdu. Aradan bir hafta geçmişti. İlk zamanlarda iyiydiler, hoştular ama sonra Ali, yoğun işlerinden dolayı ilgilenemez olmuştu Leyla ile eskisi gibi. Bunu hissettikçe üzülse de, umudunu kırmıyordu. Serpil Hanım'ın yardımıyla merdivenleri ikişer üçer indiğinde aşağıdaydı. "Yavaş," demişti kadın, tebessüm ederek. Bağrında sımsıkı tuttuğu yeleği hemen vermeliydi kocasına. Onun için örmüş, saatlerce uğramıştı. Kendisini kapıdan çıkan adamın yanına getirmişti Serpil Hanım.
"Söyle Leyla." Soğuktu Ali'nin sesi. Soğuk demeyelim de, hayli yorgun.
"Senin için ördüğüm yeleği bitirdim, bakmayacak mısın?" Kucağından indirip öne doğru uzatmıştı elindeki parçayı. "Sonra bakarım, işim var şimdi."
Kapı her zamanki sertliğinde örtülmüş, adam gitmişti.
"Gel hadi. Etli ekmek yapayım sana da, iki lokma geçsin boğazından." Öyle ki, Ali yokken yemek yiyesi de gelmiyordu Leyla'nın. Kendisinin haline acıyan Serpil Hanım'ın zorlamalarıyla lokmalar zor geçmişti boğazından. Yediği bir dilim ekmekle yarım bardak su olmuştu.
Akşam geldiğinde de konuşmamıştılar. Yeleğe bakmış, denemiş, zoraki tebessüm etmişti adam. Perizat Hanım, "Üzülme. Böyle bir dönem yapıyor. İşiyle ilgili sorunları var sanırım. Sonra göreceksin, yine aynısı gibi yaklaşacak sana." Şeklinde teskin ediyordu Leyla'yı. Ertesi gün, sabahtan yine gitmiş yanına, adam hafif kendine çekerek dinlemişti kadını. Daha doğrusu Leyla, ne diyeceğini bilmeden geveliyordu kelimeleri.
"Ben, şey. Yeni örneğe başlayacağım, onu şey için diyecektim sana..." Yanağına konan minik öpücük, kuramadığı kelimeleri de yarıda kesmişti kadının. Adam, hızlıca ayrıldığında kadından, parmaklarıyla da okşamıştı gül kurusu dudakları ve kırmızılaşmış yanağını. "Leyla'm, ela gözlü çöl ahum benim." Tatlı sevdaları, ılık ilkbahar rüzgarlarını estirdiğinden bu yana yeni böyle konuşuyordu. Daha önce hiç sarf etmemişti bu kelimeleri. "Söz veriyorum, şu işlerimi bir yoluna koyayım, sana uzunca zaman ayıracağım."
Kendisinin tepki vermesine bile fırsat tanımadan çekip gitmişti. Aradan iki gün geçmiş, canına yetmişti artık kadının. Daha da muhattap olmayacaktı. Zaten son konuşmalarında çok güzel davranmıştı. Biliyordu ki, Ali işlerini yoluna koyduğunda yine vakit geçirecektiler. O gece gelmemişti Ali, nöbeti vardı belli ki. Ertesi gün akşam yemeğinden sonra erkenden odasına kapanmış, yatağına öylesine cenin pozisyonunda uzanmıştı. Babasıyla gittikleri o piknik geldi aklına. Gözleri önünde babasının yorgun yüzü vardı. Ötesini hatırlamıyordu. Ailesini ayakta tutmak için çabalayan o emekçi adamı özlüyordu. Daha doyamadan varlığına, burnunda Nehir'in kokusuyla gitmişti cennete.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEYLA ||TAMAMLANDI||
RomanceEla gözlerini sarmalayan uzun, şekilli, katran karası kirpikleri vardı. İnce yüz hatları acıyı gizlerken derinlerinde, inadına gülümsüyordu hayata. Dudaklarında yitiğinin sazı olmuş, yanık bir sevda türküsü dönerken, parmaklarının işlediği nakışları...