Merhaba!
Uzun zaman sonra dönmüş olsam da bölümde içime sinmeyen noktalar kaldı. Bazı sahneleri yazdım, geri de sildim. Defalarca kez hem de. Karara ulaşamadığım noktalar oldu. Şükür ki yayınlayabildim. Buna bile şükür edecek durumdayım yani. Medyamız yine umut aşılıyor. Görseli beğenerek kullandım. Şarkımız da bölüm içeriğine çok yakıştı. Ali ve Nehir'in olduğu sahnelerde kısık sesle, diğer sahnelerde daha yüksek sesle dinlemenizi öneririm.
Bölüm şarkımız: Ahmet Kaya - Güzel Günler
Hem umudun, hem acının, hem de yarınların habercisi gibiydi, yazarken bana çok iyi geldi. Umarım size de okurken iyi gelir. Hadi artık bölüme geçelim.
Keyifli okumalar!
26. Bölüm: "Mavi Gökyüzü"
Sevmek, vazgeçmeyi bilmekti. Canın yanacağını bilsen de, kendinden önce sevdiğini düşünmekti. Ali, zamanında yaptığı hataların bedelini şimdi ödüyordu. Leyla'yı çok sevmişti. Onu bulduğunda öyle incinmişti ki, ona yaşadığı acıları unutturmak için masallar gibi bir hayat yaşatmıştı. Sevgiye boğmuştu. Doyasıya sevmişti. Ona ev açmış, aile vermişti. Pahalı elbiseler, kıyafetler almış, mutlu olması için çabalamıştı. Yeter ki yüzü gülsün, her şeyi yapmaya hazırdı o vakitler. Kilo aldırmıştı, karnını doyurmuş, yüzünü güldürmüştü. Hep yanında olabileceğini sanmıştı. Şu yalan dünyada, hep yanında, olacağını sanmıştı. Ne cehaletti ama, öyle değil mi? Oysa mesleği, her buramda tehlike demekti. Her an şehadet haberi ulaşabilirdi sevdiği kadının kapısına. Üstelik sevdiği kadın, bedensel engelliydi, bakıma muhtaçtı. Ona tek başına yaşamayı, hayatta kalmayı, daha güçlü olmayı öğretmesi gerekirken sadece sevgi göstermişti. Sanki hep yanında kalacakmış gibi yaşamıştı.
Şimdi hastane yatağında canıyla cebelleş ederken tek düşündüğü bu idi. Canı yanıyordu ama fiziken değil. Kalbindeki acılar yakıyordu canını. Sevdiği kadını kime emanet edecekti? Kendi ailesine bırakamazdı. Her gün yanlarında kalan Duru, ona zarar verebilirdi. Annesi ve Cahit Bey, ne yaparsa yapsın toz kondurmuyorlardı ona. Gerçek yüzünü görmüyorlardı, ondan olsa gerek. Canan'a emanet etse, onun da okulu vardı, her an yanında olamazdı ki. Abisi evliydi, yengesinin zaten üç tane çocuğu vardı.
İçeriye girip durumunu kontrol eden, kendisiyle yaşıt, genç erkek doktorun söylediklerinden sonra hayat artık çekilmez olmuştu Ali için. Gözlerini ilk açtığında sevinmişti yaşadığı için. Durumundan habersizdi. Fakat, öğrenince içerisinde bulunduğu durumu, ölmeyi bile istemişti. İçeriye "Geçmiş olsun Ali Bey." diyerek girmişti doktor. Eliyle boynuna, yüzüne dokunmuş, "Bunu hissediyor musunuz?" diye sormuştu. "Evet." demişti doygun, tok sesiyle.
"Peki bunu?" Eliyle boynunun biraz aşağısına dokundu.
"Hayır."
"Bunu?" Karnına dokundu.
"Hayır, hissetmiyorum." Endişelenmişti genç doktor. Ali ise endişelenmek istiyor ama bir umut, sakin kalmaya çalışıyordu.
"Bunu?" Bacaklarına dokundu.
"Hayır." Sesi, bu defa endişeli çıkmıştı Ali'nin.
"Kolunuzu kaldırın."
Denedi. Yapamadı. Hissetmediği bir şeyi, nasıl haraket ettirirdi ki?Yapamıyordu. Umudunu kesmemeye çalışmıştı. Fakat elinde değildi. Endişe, gittikçe yüreğini ele geçiriyordu. "Y-ya-pamıyorum." demişti endişeden kekeleyen sesiyle. Acı gerçek, işte o an çıkmıştı ortaya. Ali'nin ailesine, yakınlarına, genç adamın önünde açıklamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEYLA ||TAMAMLANDI||
Любовные романыEla gözlerini sarmalayan uzun, şekilli, katran karası kirpikleri vardı. İnce yüz hatları acıyı gizlerken derinlerinde, inadına gülümsüyordu hayata. Dudaklarında yitiğinin sazı olmuş, yanık bir sevda türküsü dönerken, parmaklarının işlediği nakışları...