Flaşlar yüzüme patlarken elimi yüzüme siper etmek istemiştim ama bir yandan elbisemin eteğini toplarken bir yandan da bunu yapmak çok zordu, çünkü aynı zamanda da Bambam'in koluna girmiştim.
Amerika'ya ancak düğün sabahı gelebilmiştik, bu yüzden ne Roséanne'nin bekarlığa veda partisine katılabilmiştim ne de herhangi bir arkadaşımla görüşebilmiştim. Bu yüzden arkadaşlarımı yıllar sonra görecek olmamın heyecanıyla başa çıkmaya çalıştığım gibi, bir de bir ünlünün düğününde olmamızın verdiği zorluklarla başa çıkmaya çalışıyor ve biz düğünün olacağı kocaman- ama ciddi anlamda kocaman olan saraya giriş yapmaya çalışırken yüzüme patlayan magazin flaşlarının beni kör etmemesini umuyordum.
Binaya giriş yaptığımızda Bambam kaşları çatık bir şekilde geride kalan magazincilere baktı ve "Bunun eğlenceli olduğunu sanırdım," dedi. "Ama içimdeki süperstar bile bu durumdan gram zevk almadı."
Söylediklerine karşılık gerginlikle güldüğümde Bambam'in kaşları bu sefer endişeyle çatılmıştı. "Lalisa," dedi sakince ve daha adımı söylerken bile ne diyeceğini çok iyi biliyordum. "Hâlâ evimize dönmek için geç değil."
Söylediği cümle yüzünden istemsizce yutkunmuş ve yeniden istemsizce cevaplamıştım onu. "Benim evim zaten burada, toprağın altında." Üstelik, hiç düşünmeden söylediğim bu cümlenin ağırlığını hissedebilmesi için ona birkaç saniyeyi bile çok görmüştüm. Böylelikle geri dönme teklifini adeta elimin tersiyle iterken beni deli eden uzun eteğimi düzelttim ve koluna girerek onu düğün salonu olduğunu düşündüğüm büyük alana doğru sürüklemeye başladım.
Bana kalsa düz siyah bir elbise ile kurtarabileceğim düğün kombini planım, Yugyeom'un moda tasarımcısı olması sebebiyle büyük bir sekteye uğramış ve sonunda kendimi, ona asla layık hissedemeyeceğim nefes kesen bir elbisenin içinde bulmuştum. Ancak elbisenin bütün güzelliğine rağmen, sinir bozucu bir uzunlukta olduğu gerçeğini es geçemiyordum.
Birazcık elbiseden birazcık da magazincilerden şikayetlenerek büyük salona doğru ilerlerken aslında tek amacım gerginliğimi azaltmaktı. Sanırım, arkadaşlarımı görme fikri bana hâlâ garip bir heyecan aşılıyordu.
Büyük salona Bambam'in kolunda ve eteğimi yürümemi kolaylaştırmak için tutmuş bir vaziyette giriş yaptığımda, gözlerim hemen arkadaşlarımı aramaya başladı. İşin garip tarafı ise, ben daha bu eylemi düşünmeyi bile bitirmemişken gözlerimin Seokjin ile buluşması oldu. Sanki gözlerimiz bu anı yıllardır bekliyordu ve biz o gün birbirimizin nerede duracağını tanıştığımız ilk günden beri biliyorduk.
İlk birkaç saniyelik sessiz ve tepkisiz bakışma, ikimizin de içinde aramızdaki uzak mesafeyi anında kapatma isteği oluşturmuş gibiydi. Ama ben yerimden hareket edemezken, Tanrı'ya şükürler olsun ki Seokjin hemen ayaklanıp bana doğru koşmaya başlamıştı.
"Lalisa-"
Cümlesini bile bitiremeden bana sımsıkı sarıldığında yapmak istediğim tek şey kollarında saatlerce ağlamak oldu. Onu bu kadar özlediğimi bile bilmiyordum. Oysa bilseydim bunu daha önce yapabileceğimi hissettim o an.
"Seokjin."
Sesimin titremesine engel olamazken ne o Bambam'i fark edebilmişti ne de ben o gözyaşlarını omzuma dökene kadar onun ağladığını fark edebilmiştim. Belki beni Taehyung'un sardığı gibi sarmıyordu ama kolları, Taehyung'a olan özlemimi birkaç saniyeliğine bile olsa dindirebilecek kadar sıcaktı.
"Lisa, gelmişsin." Seokjin'in kollarından ayrılmamışken gözlerimi aralayıp hemen arkasındaki Agust'a baktım gülümseyerek. O da bana sarılmak için bekliyor ve Seokjin'i dürtüyordu sabırsızlıkla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1000 forms of me ✔
Fanfic"Aşık olacağınız kişiyi bulun, sonra bırakın sizi öldürsün," demiş ya yaşlı, huysuz, adını bir türlü hatırlayamadığım bir bilge, acaba bizi görse ne derdi? 1000 farklı kalıp, 1000 farklı Lalisa vardı içimde. Ama hepsi bir parça eksikti sanki. Yine d...