Birkaç gün önce yaptığımız planın üzerinden son bir kez daha geçme kararı almıştık. Seokjin'in heyecanı her halinden belli oluyordu ve onu böyle görmek beni de heyecanlandırıyordu.
Seokjin, normalde de şık giyiminden ödün vermezdi ama bugün kendine çok daha fazla özenmiş gibiydi. Rosé ve Agust onun üzerini düzeltirken Jennie de planı özetliyordu. Ben de kenara geçmiş tırnağımı kemirirken Seokjin'i izliyordum. İyi olacak mıydı?
"Anlaştık, değil mi? Jennie'ye anlatırken duydum ve bendekini sana vermek istedim, diyorsun."
"Jennie'ye anlatırken duydum ve bendekini sana vermek istedim. Tamamdır." Seokjin gözlerini kapatmış derin nefesler alırken, fark etmeden elindeki kitabı sıkmaya başlamıştı. Fark edince hemen uzandım ve elini gevşetip kitabı elinden aldım. Kitabı parçalaması, şu an başımıza gelebilecek en büyük felaket olurdu herhalde. Zira, bu kitap Seokjin ve Sandra'nın aşk hayatını kurabilecek kadar önemli bir parçaydı o an.
Birkaç gün önce, Seokjin'in Sandra'ya aşık olduğunu öğrendiğimizde, Jennie bize Sandra'nın ona dediklerini anlatmıştı ve böylelikle müthiş bir plan elde etmiştik.
Sandra, Sanat Tarihi öğrencisiydi ve bu alanda yazılmış önemli bir eseri arıyordu. Ancak nadir bulunan bir kitap olduğundan, koskoca okulda sadece iki tane nüshası vardı ve ikisi de başka bir öğrenci tarafından ödünç alınmıştı. Sandra'nın bu kitaba acilen ihtiyacı vardı ve kitaplardan biri de Jennie'nin bölümden arkadaşı olan Jessica'daydı. Sandra, Jessica'dan bu kitabı istemesi için Jennie'ye gelmişti ama Jennie bu olayı anlattıktan sonra öğrenmiştik ki, aynı kitap Seokjin'in evinde de vardı. Seokjin'in annesi de sanat tarihi ile ilgileniyordu ve bu kitabı çok uzun zaman önce hem kendi okumuş hem de oğluna okutmuştu.
Hepimiz, kaderin Seokjin'e güldüğünü düşünüyorduk. Böyle bir şans başka kaç kişinin başına gelebilirdi ki?
Kitabı tekrar Seokjin'in eline verdim ve sırtını sıvazladım. "Fighting oppa!" Seokjin, Korece yaptığım desteğe gülümsedi ve kısa bir anlığına bana sarılıp Korece teşekkür etti.
Jennie dışında bulunduğumuz kafenin penceresinden içeri baktı ve tekrar bize döndü. "Evet, hâlâ orada oturuyor. Git ve al kızı, oğlum." Jennie de destek konuşmasını yapınca Seokjin nefesini dışarı verip yavaşça yürümeye başladı.
"Sana güveniyorum, Jin-ah! Agust D'nin yüzünü kara çıkartma!"
"Seokjin ağabey en iyisi~! Seokjin ağabey en iyisi~!"
Ardarda yaptığımız minik tezahüratlar ve Rosé ile yaptığım sevimli destek dansıyla onu kafenin içine uğurladıktan sonra hepimiz pencere kenarındaki bir masaya yerleştik. Bahçede oturduğumuzdan dolayı ne konuştuklarını işitemiyorduk ama oturdukları masayı çok net bir şekilde görüyorduk.
Sandra bacak bacak üstüne atmış, büyüleyici görüntüsüyle kitap okurken bir yandan da kahvesini yudumluyordu. Ardından, görüş açımıza ürkek adımlarıyla Seokjin girdi.
[Yazarın Ağzından]
Seokjin ürkek adımlarıyla Sandra'nın yanına doğru ilerledi. İlk defa kendi isteğiyle ona bu kadar çok yaklaşmıştı galiba. Adımları sanki geriye doğru gitmeye çalışıyordu ama Seokjin'in ruhu buna izin vermiyordu. Artık zamanı geldi, korkaklıktan vazgeç Seokjin, diye düşünüyordu.
Sandra'nın oturduğu masanın başına geldiğinde, Sandra adeta bir rüyadaymış gibi hissettiren bakışlarını Seokjin'in yüzüne kaldırmıştı. Kızılımsı düz saçları ve beyaz teni, etrafına masallardan çıkma asil bir prenses aurası yaymasına sebep oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1000 forms of me ✔
Fanfic"Aşık olacağınız kişiyi bulun, sonra bırakın sizi öldürsün," demiş ya yaşlı, huysuz, adını bir türlü hatırlayamadığım bir bilge, acaba bizi görse ne derdi? 1000 farklı kalıp, 1000 farklı Lalisa vardı içimde. Ama hepsi bir parça eksikti sanki. Yine d...