"Harika görünüyorsun."
Sandra'ya yüzümüzdeki içten gülümsemeyle baktığımızda, o da aynadaki yansımasına aynı gülümsemeyle bakıyordu. Aynı anda gözleri dolan Jennie, başını yukarı kaldırdı ve "Hayır hayır," dedi. "Şimdi olmaz, şimdi ağlayamam!"
"Jen..." Sandra, Jennie'nin ağladığını görünce ona döndü ve gülümseyerek sarıldı. "Ben bile ağlamıyorum, sen mi ağlayacaksın?"
"Ü-üzgünüm ama b-ben de tutamayacağım artık kendimi." Sandra'nın –ve dolayısıyla Taehyung'un– annesi Mrs. Kim ağlamaya başladığında gülümsemiştim. Aynı anda Sandra da gidip annesine sarılmıştı.
"Bu biraz daha yakınlaşmanız için harika bir fırsattı, neden gidip sarılmadın?" Rosé hafifçe bana doğru eğilip fısıldayarak konuştuğunda, onun da gözlerinin dolduğunu fark etmiş ve gülümsemiştim. Ardından bu konudaki gerginliğimi saklamak adına üzerimdeki elbiseyi düzeltmeye çalışıyor gibi yapıp yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Ne diyorsun? Biz zaten yeterince yakınız, pft."
"Lalice, kadına soyadıyla hitap ediyorsun." Rosé tek kaşını kaldırıp bana inanmadığını belli eden bakışlarını gönderince bakışlarımı ondan kaçırmıştım. "B-bu benim saygımdan kaynaklı bir şey, yakınlığımızla alakası yok."
"Tabii." Gıcık arkadaşım yüzündeki sinsi gülümseme ile duruşunu dikleştirip kollarını birbirine bağladığında, Happy Tree Friends'in diline "kayınvalidesinden korkan Lalice" diye düşeceğimi anlamıştım. 40 yıllık, güzel bir işkence olacaktı.
"Tak tak, gelinin yakışıklı erkek kardeşi geldi." Taehyung, gelin odasının kapısından başını uzatıp bize selam verdiğinde, onu görmenin getirdiği rahatlıkla tuttuğumu bile fark etmediğim nefesimi sakince bırakmıştım. "Ah, bir de siz güzel hanımlara şampanya getirdi." Elindeki şampanya şişesini bize mutlulukla gösterdikten sonra kapıyı iyice araladı ve tüm ihtişamıyla içeri girdi.
O yanımıza gelene kadar hissettiklerimin haddi hesabı yoktu. Aynı anda milyonlarca duyguyu hissettirebiliyordu bana. Hafifçe uzamış simsiyah saçları ve yakışıklı yüzüyle, üzerindeki takım elbiseyi özenle üzerinden çıkarıp Yunan tanrısı gibi görünen vücudunu saatlerce izlememi emrediyordu sanki. Onu gördüğüm her an geçirdiğim bu kalp krizi ataklarından kurtulabilmem için hem ona sporu yasaklamalıydım hem de saçlarını kazımalıydım sanırım. Gerçi o yüz hatlarıyla ve ruhumu delen bakışlarıyla beni yine mahvederdi ya... Neyse.
"Kendi adıma teşekkür ederim ama Lalisa için hiç gerek yoktu, Jack. Gördüğün üzere kendisi yine aşk sarhoşu." Rosé'nin benimle dalga geçtiğini ve Taehyung'un annesi dahil odadaki herkesin buna güldüğünü fark edince daldığım Taehyung evreninden ışık hızında çıktım ve "Yah!" dedim. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun, küçük sincap?"
Odadakiler yeniden gülmeye başladığında Taehyung ablasına bakıp "Sandra, yemin ediyorum birazdan gerçekten sana bakıp iltifat edeceğim ama önce gözlerimi üzerinen alamadığım sevgilimden bir öpücük almam gerek," dedi ve hızlıca yanıma gelip beni belimden kavrayarak dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktı.
"T-Taehyung-" Ben zorla dudaklarından kaçmaya çalışırken diğerleri gülüşüyor ve yalandan gözlerini kapatıyorlardı. "Ne yapıyorsun? Annen burada." Taehyung'a endişeyle ve fısıltıyla konuştuğumda güldü ve "Olsun," dedi. "Sana olan aşkımı kimin gördüğü pek umrumda değil."
Taehyung, annesinin duyabileceği bir sesle konuşup tekrar beni öpmeye kalktığında gerginlikle güldüm ve onu iteklerken annesine baktım. "Hehehe, şaka yapıyor elbette."
"Lalisa, sakin ol. Ben korkacağın türde bir anne değilim." Mrs. Kim oldukça sevecen bir tavırla bana gülümsediğinde içime su serpilmedi desem kesinlikle yalan olurdu. Yine de birbirimize alışabilmemiz için biraz daha zaman geçmeli, diye düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1000 forms of me ✔
Fanfiction"Aşık olacağınız kişiyi bulun, sonra bırakın sizi öldürsün," demiş ya yaşlı, huysuz, adını bir türlü hatırlayamadığım bir bilge, acaba bizi görse ne derdi? 1000 farklı kalıp, 1000 farklı Lalisa vardı içimde. Ama hepsi bir parça eksikti sanki. Yine d...