Geldiği hastane koridorunda sırtındaki ceketinin uçlarını uçuşturacak kadar hızlı yürüyor, geçtiği her koridora bakıp tanıdık bir yüz arıyordu.
Hangi ara evden çıkmış, buraya nasıl gelmişti bilmiyordu ama, şimdi yürüdüğü yol ayaklarının altından kayıyor, ucu görünmeyen koridor ha bire uzayıp gidiyordu. Nefes nefese, dili damağı kurumuş bir şekilde nihayet tanıdık bir sima gördüğünde durup sadece bakarak tek bir şey sordu:"Nerede?"
Dolap, eliyle gerisinde kalan açık kapıyı gösterdiğinde adımları oraya yöneldi. Fakat, bu sefer daha ağırdan alıyordu. Günlerdir, haftalardır bakmadığı yüze bakmak, görmediği yeşilleri açık görmek için adımlıyordu ama, boşunaydı.
O yeşil cennetin sahibi şimdi sırtüstü uzanmış, doyamadığı dudaklarını bir makine kapatıyor, göbeğinde başka bir alet kol geziyordu.
Yanında oturan genç doktora aldırmadan kapıda durup öylece izledi.
Sultan...
Sevdiği kadın, bu değildi.
Yalnızca birkaç gün...
Birkaç günde, güzel Sultan'ına ne olmuştu böyle? Ne kadar da zayıflamıştı?
Elmacık kemikleri aradaki adımlık mesafelerde bile daha bir çıkık, yüzü daha bir solgun görünüyordu. Dudakları büzüldü birden. Gözleri doldu.
Tamam, kabul ediyordu.
Her şeyi...
Her şeyini kabul ediyordu.
Her şeyine razıydı.
Yeterki o yattığı yerden kalksın, yine cennet gözleriyle baksındı."Beyefendi, lütfen dışa..." diye konuşmaya başlayan doktora eliyle yatan sevdiğini göstererek ağlamaklı sesiyle konuştu.
"Ne... Ne, ne oldu?" derken dudakları titriyordu Çeri Kürşat'ın.
Kimse onu böyle dizleri üzerine çöktürmemiş, kimse boynunu bükmemişti.
Nasıl bir işti ki bu, koca bir çınarken dallarının devrildiğini hissediyordu."Bilgi vereceğim, lütfen şimdi çıkın."
"Be-ben..."
"Lütfen diyorum."
Genç kadının ısrarıyla başını sallayıp geri geri adımlamaya başladı.
Ayakları kendisine direniyordu ama, şimdilik dışarıda beklemeliydi.
Açık bıraktığı kapıdan geri geri çıkıp, kapının tam önüne diz çöküp gözlerini kırpıştırarak beklemeye başladı.
Hiç ümidi kalmamış, başı yere eğilmişti.
Civan gibi bir delikanlıydı oysa.
Bu deli kanına rağmen hayatı nasıl da tersine dönmüştü.
Bir yiğit, böyle harcanabilir miydi?
Bu hayata ölesiye asiyken, böyle mazlum kalabilir miydi?
Hayatına aldığı şira (sirius) yıldızı kayarken eli kolu bağlı oturabilir miydi?Beklemeye devam ettiği sırada Sultan'ın yanından ayrılan doktor gelip yerdeki adama tebessümle baktı. Gözlerindeki korkuyu görebiliyordu.
"Siz baba olmalısınız, öyle değil mi?" diye sorduğunda anlamayan bakışlarla çöktüğü yerden kalktı Kürşat.
"Be-ben... Ben, nişan... Mü-müstakbel, karım..." diye söylenirken başını hafifçe yana çevirip kıstığı gözleri eşliğinde:
"Baba, mı?" diye sordu. Arkasında bekleyen Dolap'ta doktorun söyleyeceklerini duymaya can atıyordu.
Geceden beri buradalardı ama Sedef hanım ne kızlara, ne de kendisine bir şey söylememiş, put kesilmiş gibi oturup kalmıştı. Arada bir kendi oğlunun kulağına fısıldıyor, kocası Mahir'in adamına yengelik vazifesiyle gizli saklı emirler yağdırıyordu."Haberiniz yok yani?" diye sordu doktor. Gülümseyerek arkasındaki açık kapıyı çekip devam etti.
"Tebrik ederim, baba olacaksınız. Nişanlınız bir aylık hamile." sözlerine hâlâ gözlerini kırpıştırırken yüzünde usul usul çiçekler açmaya başlamıştı Kürşat'ın. Dolap'ta aynı şaşkınlıktaydı.
Valide hanımın akşamdan beri sakladığı şey, bu muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR KADIN SEVDİM
General FictionDİKKAT! SABIRLA OKUNMASI GEREKİR! Durdu. Derince bir nefes alıp derin sulardan aldığı yeşil gözlerini karşısındaki adama dikerek söylendi. "Benim ateşim seni ısıtmaz." Sözleri başka konuşurken, gözleri başka konuşuyordu. Gözlerini bir an bile bu...