Bir hafta geçmişti.
Koca bir hafta, yine ayrı gayrı geçmişti.
Kürşat buna daha fazla dayanamıyordu ama elinden de bir şey gelmiyordu. Mevsimin soğuğu kendisini sadece sokaklarda değil, Çeri'nin yüreğinde de hissettiriyordu. Göğsüne yediği ayazla başı yerden kalkmıyor, adımladığı karanlıklar içindeki tüm ümidi kanata kanata çekip alıyordu.
Oysa bir vakitler böyle değildi. Yüreği boşluğun ferahlığında, hayatı yorgunluğun sadece eşiğindeydi. Şimdi bu hayat onu öylesine yormuş ve yıpratmıştı ki, o eşiği adımlayıp uçuruma düşmemek için zar zor direniyordu. Kollarını sarmalayan vedalar tüm gençliğini bir yere savurmak ister gibi çekiştiriyor, her bir gün yolunu biraz daha şaşırıyordu.Yolu ne zaman rahata erecekti bilmiyordu ama, hüznünün kaynağı da en az kendisi kadar yok oluşlarda, yokuşlardaydı.
Oturduğu pencere kenarından kalkmıyor, kalmasa da perdeyi bir gram oynatmıyordu.
Sevdasından ayrı geçen bilmez kaçıncı günüydü.
Anlamıştı, onsuz ilk sürgün, ilk gün değildi belki, ama son gün de değildi. Böyle yaşayıp gidecek, belki de onsuz bir İstanbul'a alışmak zorunda kalacaktı. Eksilmiş yanı hep yüreğinde ayazlar estirecekti. O unutacaktı belki, ama Sultan'ı sonu olan bu sokakları da, o adamı da asla unutmayacaktı. Yüreği yine bir girdabın ortasında çırpınıyordu ama, geçerdi, biliyordu.Geçmeyecekti.
Yine yarım kalmıştı, ve bu sefer ki yarımlığı zehir gibiydi.
Ama alışırdı, o konuda emindi.
Abisi olmadan yıllarca yaşamıştı. Ne vardı abisini de unutturduysa, kendisi de unutulurdu.Gelen seslerden dolayı soluk almayı zorlayan düşüncelerinden uzaklaşabildiğinde yanına varan genç kızlarla yüzü aydınlandı. Onları görmek kendisine iyi geliyordu.
Bir nebze yüreği şenleniyordu işte, gidene değin idare ederdi."Kızlar." diye yüzündeki gerçek gülümseyişle yerinde doğruldu.
"Kalkma kalkma, yorulma." diyerek yanına çöktü Pelin. Boncuk gibi bakan güzel gözleri karşısındaki kadının yüzü ile göbeği arasında mekik dokuyordu.
O an anladı, içinde bir can olduğunu anımsadı Sultan. Kendi eli de istemsizce karnına giderken:"Nasılsın, var mı bir değişiklik." diye diğer yanına çöktü Çağla.
"Tekme falan atıyor mu?" diye kendi eli üzerine elini koydu Pelin. Kızların yüzünde beliren heyecanlı gülüşle kaderin kendisine kesmiş olduğu cezayı, bir ömür başına bela olan aşkın ağırlığını biraz daha hissetti.
"Saçmalama kızım, daha erken." diye arkadaşını cevapladı Çağla.
"Bir ayda daha öyle şeyler olmaz herhalde, dimi?" diyerek kendisine baktığında ne söyleyeceğini bilemedi Sultan. Sanki bahsedilen kendisi, kendi içindeki can parçası değil gibiydi.
Sahi, Kürşat'tan bir parça içindeydi değil mi?
Şaka gibiydi. Gerçek gibi gelmiyordu ama öyleydi.Anımsadığı bir diğer sözler de Sedef annesinin sözleriydi ki, hatırladığı an yüzü biraz daha asılmıştı. Karnındaki eli titremeye, içindeki sıkıntı kalbini parçalayacak bir kuvvetle sıkıştırmaya başlamıştı. Nefes alamayacakmış gibi hissetti bir an.
Kürşat'ın gerçekten de çocuğu için kapısında sabahladığını, o olmasa yüzüne bakmayı geç, bu saatten sonra sesini bile duymaya katlanamayacağı gerçeği yüzüne bir tokat misali iz bırakan cinstendi. Aniden yerinden fırlayıp kızların karşısına geçti."Siz, niye geldiniz?" diye sorduğunda kendi yüzündeki asık tavrı fark eden kızlar birbirlerine endişeli bakışlar atsalar da belli etmemek için sessizlerdi.
Çağla bacaklarının arasına, yere bıraktığı poşete uzanıp içindeki hediye paketini çıkarıverdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR KADIN SEVDİM
General FictionDİKKAT! SABIRLA OKUNMASI GEREKİR! Durdu. Derince bir nefes alıp derin sulardan aldığı yeşil gözlerini karşısındaki adama dikerek söylendi. "Benim ateşim seni ısıtmaz." Sözleri başka konuşurken, gözleri başka konuşuyordu. Gözlerini bir an bile bu...