Herkese iyi geceler...
Sona yaklaştığımız için zorlanıyorum ne yazık ki.
Haftada iki hikaye üç bölüm falan derken epey yoruldum malum.
O yüzden bölümler kısa.
Mazur göreceğinizi düşünüyorum. :)Karşılıklı oturan iki adamda sessizliklerini koruyor, ikiside kaçamak bakışlarla birbirlerini süzüyorlardı. İlk konuşan hangisi olursa, durum onu haklı çıkaracak gibiydi. Bu her vakit böyle olmuştu ama, Kürşat da kendi hakkını yedirmemek için susmaya razı değildi. Tabii bu kez durumlar tersine dönüyor, Kürşat da yaşını bilip sessizliğe gömülüyordu.
Sultan'ı alacağından her zaman emin olsa da, bu raddeye geleceklerini düşünmemişti. Bu belki de tanıştıkları o ilk gün tek başına olduğunu söylemesi yüzündendi, bilmiyordu."Bir gün yoktum, sadece bir gece." diye kelimelerine bastırsa da bu çatık kaşlı hali genç adama görünmeyen Sedef mutfakta oturmuş Sultan'a söyleniyor, Mahir duymasın diye sesini de kısık tutuyordu.
Öyle ya, herkesin çekindiği Sedef, Sedef'inki de bir yerde Mahir'di.Deli deliyi görünce, deli değneğini saklarmış.
Duymuyordu onu Sultan.
Duysa da duymazlıktan geliyordu. Çünkü biliyordu, tek bir laf etse daha çok tepesine binecekti."Sedef!" diye bağıran Mahir'in sesi duyuldu içeriden.
"Kahvenin altına ateş mi oldunuz?"
"Geliyorum." diye içeri doğru aynı şekilde bağırarak yerinden kalkıp başıyla işaret edip içeri geçtiğinde, Sultan da ardı sıra tepsiye dizdiği fincanlarla içeri yollanmıştı.
Gelen tepsiden kahvesini en son alan Kürşat gülümseyerek fincanı önündeki sehpaya bıraktı. Kendisini izleyen bakışların farkındaydı.Mahir çekingen tavırlar göstereceğini sanıyordu ya, Sedef hanım haklıydı.
Kürşat'ın gözünde ne bir tereddüt, ne bir kaçış, ne de ne yapacağına kafa yoran bir düşünce vardı.
Kendinden emindi bakışları.
Oturduğu koltuktaki bedeni dik, çenesi yukarıda, gözleri kısık olsa da kaşları çatık, hareketleri temkinli olduğu kadar keskindi de."Kürşat demek." diye bir yudum aldığı fincanını yerine bırakarak oturduğu yerde heybetini gözler önüne bile isteye sermek ister gibi geriye yaslandı Mahir.
"Kürşat." dedi Kürşat. Adını ağzını doldura doldura söylemiş, kayınpeder de olsa karşısındaki adamın önünde eğilip bükülmemişti.
"Adın kadar var mısın Kürşat?" diye sordu Mahir. Bu genç adamın gözünün karalığı görünürde vardı da, özünde de var mıydı, bilmek lazım gelirdi.
"Evelallah." dedi sakince Kürşat. Şimdi yaslandığı koltukta kıpırdanmış, bedeni hala dik dursa da kollarından birini dizine dayayıp ceketinin bir yanını arkaya atarak diğer dizine de elini yerleştirmişti.
O kadar tereddütsüz, o kadar emindi ki bakışları, sanki kısa bir süre önce kapıyı onlara yarı çıplak olarak kendisi açmamıştı.Onun gibi, ondan bakışlarını ayırmadan kafasını aşağı yukarı ağır ağır sallayarak sessiz kaldı Mahir.
Bu katı, yiğit gencin neye bulaştığını bilmediğine bahse girerdi.
Peki, öğrenme vakti ne zamandı?
Bu defa etrafı kırışıklıklarla dolmuş gözleri göçmen kızını buldu.
Kendi kızı gibi severdi onu. Tek bir hatasını görmemiş, tek bir hadsizliğine rast gelmemişti. Hoş, bu saatten sonra gelse de anca baba kız arasındaki küslük olur, iki bağırıp evin yolunu tuttururdu.Derken kapı çaldı, Sultan kız koşup açtığı kapıdan gülüşerek bir gençle içeri girdi.
İnce, uzun boylu yakışıklıyla kol kola merdivenleri çıkışını izleyen Kürşat seğiren çenesine sahip çıkmaya çalışırken kıskançlığına dem vurarak yerinde kıpırdanmış, genç adam hemen kendi yanındaki koltuğa kurulurken Sultan'ın:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR KADIN SEVDİM
Fiksi UmumDİKKAT! SABIRLA OKUNMASI GEREKİR! Durdu. Derince bir nefes alıp derin sulardan aldığı yeşil gözlerini karşısındaki adama dikerek söylendi. "Benim ateşim seni ısıtmaz." Sözleri başka konuşurken, gözleri başka konuşuyordu. Gözlerini bir an bile bu...